
GODARD ODYSSEİA DESTANINI İRDELİYOR
Devrimci yönetmen Jean-Luc Godard’ın filmografisinin en güçlü eserlerinden biri olan Le Mepris, onun film anlayışını ve akımını en güzel bütünleyen filmlerinden biri.
Le Mepris’te Camille ve Paul isimlerine sahip ‘arızalı çift’ ikilisi ile en iyi filmi A bout de Souffle’da yer alan Jean Seberg ve Jean Belmondo’ya selam çakar, aslında bir bakıma o filmdeki ilişkinin devamı sayılır buradaki karı-koca’nın aşk öyküsü. Godard ‘romantik aşık’ ve ‘melodramatik ilişki’ filmine, yani ana-akım sinemaya göz kırptığı gibi, ikili ilişkilere yeni açılımlar getirir, onu ilmek ilmek işler ve sonuç olarak aşklarda ‘şüphe’ye yer olmadığını ve küçük bir kıvılcımın dahi ‘trajik son’a kontenjan bulabileceğini hatırlatır.
Aslında Godard’ın sinemada yapmak istediği hem Hollywood’un elinde sıkı sıkıya tuttuğu türlerle oynamak, hem de senaryo ve duygu açısından bilindik ‘dramatik yapı’larla oynamak ve seyirciyi şaşırtmak. Öyle ki, böyle bir öykü ana-akım sinema örneklerinden birinin içinde karşımıza çıksaydı, bu çaresiz aşık kavuşurdu, ama Godard bunun yerine ‘trajik son’u tercih ediyor. Sinemaya yenilik getiren plastik ve tekniğinin, yani sinematografisinin yanında bu hüzünlü sonuyla da mükemmel bir bütüne kavuşan filmle her iki tarafa hizmet etmiş oluyor yönetmen.
Ayrıca en son Werner Herzog’un My Son My Son What Have Ye Done filminde ve Black Swan’da gördüğümüz ‘tiyatro ya da sahne metninin gerçek öyküye aracı-referans’ olması burada Odysseia destanıyla sağlanıyor. Yani filmine ‘mitolojik’ bir kavramda katıyor. Böylece aşkından şüphe eden Paul’un ikilemleri ve Camille ile çarpık ilişkisi burada Odesse ve Penelope‘nin ilişkilerine, ikisinin yaşadığı şüpheden doğan açmazlarına tekabul ediyor.