‘Türkiye’de yılda bir defa 6 ile 6,9 büyüklüğünde bir deprem olması gerekirken 1 Mayıs 2003’ten bu yana 6’nın üzerinde bir deprem yok. Bu da beni rahatsız ediyor.’ diyor deprem dedemiz Ahmet Mete Işıkara ve ekliyor: ‘Türkiye’nin bir yerinde bu büyüklükte bir deprem olacak. Ancak neresinde ve ne zaman bilmiyoruz.’
Evet, deprem nerede ve ne zaman olacak bilmiyoruz. Ama bildiğimiz birşey var ki o da fay hatlarının üzerinde yer alan ülkemizin ‘deprem’ ile yaşamayı öğrenmesi gerektiği…Önlemler almak ve bilinçli olmak ise engelleyemediğimiz depremin zararlarını azalmanın tek yolu.
Ama ne yazık ki zaten ‘yapılmış’ olması gerekenlerin çoğu zaman vaktinde yapılmıyor , önlem almada hep geç kalınıyor ve çıkarılan dersler ‘yapılanlar’ın yetersizliğini ‘yapılması’ gerekenlere dönüştürme de bile yeterli olmuyor.
Yinede büyük kayıplar ile tecrube ettiğimiz 17 Ağustos depremi böylesi bir afet konusunda ne kadar bilinçlendiğimizi, önlemler almadaki ‘yeterliliğimizi’ kısaca olası bir depreme bu kez daha ‘hazırlıklı’ olup olmadığımızı gözden geçirdiğimiz en etkili tarih oluyor 10 yıldır…
‘Neler yapılmalıydı?’ soruları da bu tarihte gündemimizde en tepeye oturuveriyor.
Cevabı ise aynı…
Etki alanı ve şiddeti ile depremlerin sebep olduğu beşeri ve ekonomik kayıpların ülkelerin ekonomik ve sosyal yapılarına büyük tehdit oluşturduğunu; tamiri güç ve zaman alıcı maddi ve manevi kayıplara yol açtığını 17 Ağustos’tan önce de büyük depremler ile tecrube etmiş bir ülke olarak yapılanmanın kalitesini arttırıcı tedbirler almalıydık. Devlet afet öncesi ve sonrası önlem ve müdehale kapasitesini arttırmalıydı. Toplum doğal afetler konusunda bilinçlendirilmeli, vatandaşların olası afetlere hazırlıklı ve duyarlı olması sağlanmalıydı.
Ancak ülke 7.8 şiddetinde sarsıldıktan bunları farkedebilmişti. Ödenilen fatura çok büyüktü…
Uykuda yakalayan şiddetli bir deprem, sabaha yıkılmış uyanan bir şehir, yerle bir olmuş hayatlar ile görebilmiştik eksiklerimizi… Ne yazık ki bu acı deneyim aynı zamanda tehlikenin farkına varmamızı sağlayacak tarih oluyor her yönüyle, ‘Neler yapıldı?’ da ikinci gündem konumuz… Ülkenin resmi ve sivil tüm kurum ve kuruluşlarını seferber eden felaketin maddi ve manevi yardımlarla üstesinden gelinmeye çalışıldı; acı türkıyenın dört br yanında tüm evlerde farklı boyutlarda yaşandı . Akabinde depremzedeler için toplanan yardım ve bağışlar, büyük hasara uğrayan alt yapılarda onarım ve yenilemeler, konut ve kira yardımları var… Riskli yapılanma, imar denetim, yaşamsal rehabilitasyon, kriz müdehale gibi deprem öncesi ve sonrası zararı azaltma ile alakalı bir çok konu bu tarihten sonra toplumsallaştı; sorgulandı, çözümler arandı, önlemler alındı… Diğer bir ifadeyle ‘deprem depremin ertesi sabahı öğrendi.’
Öğrendiklerimizi unutmamız çok zamanımızı almadı tabii. Üzeirnden iki hafta geçmiş her olayı eskitir çünkü insanoğlu; konunun önemi her geçen gün daha da azaltır… Ya da yıldönümleri tekrar anlam kazandırır. Herşey tekrar yaşanır, hatırlanır…Tıpkı 17 Ağustosta olduğu gibi…
Günümüz dünyasına egemen olan kişisel çıkarlar, ekonomik kaygılar ve diğer güncel konuların olası bir depremin günlük yaşamımızdaki önceliğini azaltması ve gerçeğin gözardı edilmesine sebep olması normal…Evet, çünkü herşeye rağmen hayat devam ediyor…
Hızlı endüstrileşme ve nüfus artışı kişilerin yaşam standartlarını yükselme istekve hırslarını arttırırken kentleşmenin kalitesine ve binaların standartlarına verilen önemi azaltıyor. Kısa vadeli çıkarlar sadece insan ilişkilerini değil, yaşam alanımızı da ele geçiriyor. Ve maalesef ‘depremin zararlarını azaltmak için neler yapılmalı’ soruları üçüncü gündemimiz oluyor her 17 Ağustos’ta.
Yine cevaplar aynı…
Öncelikle bina ve altyapı yenileme ve güçlendirme çalışmaları yapılmalı. Sonra risk alanları belirlenmeli, kaçak binaların inşası önlenmeli. Bunun yanında uzun dönemli uzun zamanlı afet hazırlık planları ile devlet kapasitesini arttırmalıdır. Hükümet mekanizmaları üzerlerine düşen tüm görevleri; toplumsal eğitim, yapısal güçlendirme ve denetim gibi konularda tüm sorumluluklarını kusursuz yerine getirmelidir. Peki tek sorumluluk devlette midir? Kişisel hak ve özgürlüklerin kullanımının maksimuma ulaştığı, vatandaşların bireysel ve ya sivil toplum aracılığıyla sesini duyurabildiği global dünyada böylesi hassas bir konuyu devlete yüklemek de yanlıştır. Hükümet mekanizmaları ve vatandaşlar birbirlerine destek olmalı, yardım etmelidirler.Tamamen mümkün olmasa da , depremn potansiyel etki ve zararlarının, geçmişten ders almış, bilinçli ve birlikte hareket eden bir toplum ile azaltılabileceği açıktır.
Geçmişi, şimdisi ve geleceği ile aslında bilmediğimiz pek şey yoktur deprem konusunda da.
10. yılında da 17 Ağustos diğerlerinden farklı olmayacak, anma etkinlikleri düzenlenecek
, kayıplarımız anılacak, sorumlular aranacak ve geçmiş hatırlanacak ve belki de depremin aslında her an yaşamımıza ve çevremize verebileceği büyük hasarın korkusu tüm yurdu saracak. Soru yine şu olacak:
Olası bir depreme ne kadar hazırız?
Ve şöyle devam edecek…
Ne yapmalıydık?
Ne yaptık?
Ne yapmalıyız? …
Cevabı verebilecek olanları ise uzakta aramaya yine gerek olmayacak. Kendi felaketini kendi elleriyle yaratır insanoğlu depremden en çok zararı yine kendinin göreceğini bile bile. Öyle de oldu. Diğer bir ifadeyle bizler bir depremde daha onu ciddiye almadan oluşturduğumuz sağlıksız çevrenin enkazında kaldık. Ve yine ‘Türkiye’nin bir yerinde bu büyüklükte bir deprem olacak. Ancak neresinde ve ne zaman bilmiyoruz.’ Yaşadıklarımızdan dersler alıp tekrar kendi felaketimizi yaratmamamız dileğiyle…
Duygu Ünal.
20.07.2009