
“Türk” kelimesi, ilk defa millet ve devlet adı olarak, yabancı kaynaklarda “Altaylı” (Turanlı) kavimleri ifade etmek üzere, 420 yılında bir pers metninde zikredilmiştir. Daha sonra 515 yılında, “Türk-Hun” (kudretli Hun) tabirinde geçmiştir. Ayrıca bu ad, Çin’de Chou sülalesi (557-579) yıllığında, batıda Bizans kaynakları arasında agathias (ölüm. 582)’in esirinde, Arapça yazılmış eserlerden Nabigat’uz-Zubyani (ölm. 600)’nin divanında ve 11.yüzyıla ait ilk Rus kroniğinde kaydedilmiştir.
“Türk kelimesi, Türklere komşu milletler tarafından, kendi dil yapılarına göre, çeşitli şekillerde kullanılmıştır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Çinliler “Tukyu” veya “Tu-chüeh”, Tibetliler “Du-Ruggu”, Hintliler “Turukha” veya Turuşka”, Araplar çoğul olarak “Etrak”, Ruslar “Turok” veya Turetskiy”, Macarlar “Törük” demişlerdir.
“Türk” sözü, kendi kaynaklarımızda ilk defa VI-VIII. Yüzyıllarda, Göktürk çağında, Orhun ve Yenisey yazıtlarında geçmektedir. “Bengü Taş” (bengü: sonsuzluk ve ölümsüzlük) olarak anılan yazıtlarda bu kelime “Türk” veya daha fazla “Türük” olarak kaydedilmiştir. Buradan Türk kelimesinin önceden çift heceli olarak söylendiği ve “Török”-“Türük” ”Türk” şekline dönüşmüş olabileceğini öne sürülmektedir. Nitekim Türklerle en eski tarihlerden beri temasta bulunan ve akraba olan Macarların, Török adını kullanmaları bu görüşü doğrular niteliktedir.
“Türk” sözünü, Türk devletinin resmi adı olarak kullanan ilk siyasi kuruluş yine Göktürk imparatorluğu’dur. Bu da Türk adının, önce Göktürk kağanlığı’nın, daha sonra bu devlete bağlı kendi öz adlarıyla anılan diğer Türklerin ortak adı olduğunu ve zamanla Türk soyuna mensup bütün toplulukları ifade etmek üzere milli ve yüce bir ad haline geldiğini göstermektedir.
Göktürk döneminde Türk adı, hem Türk devletini, hem de Türk milletini ifade emek üzere geniş anlamda kullanılmıştır. Örneğin, 585 yılında Göktürk kağanı İşbara’ya, Çin İmparatoru tarafından yazılan bir mektupta, “büyük Türk kağanı” İşbara’nın ise Çin imparatoruna verdiği cevapta “Türk’ün tanrı tarafından kuruluşundan bu yana elli yıl geçti” ifadelerine yer verilmiştir. Her iki ifadede de Türk sözü, “Türk devleti” anlamına gelmektedir. Ancak, 150 yıl kadar sonra, Göktürk yazıtlarında Türk sözü daha çok “budun” sözü ile tamamlanarak “Türk Budun” şeklinde söylenmeye başlanmıştır. Budun kelimesi ise bugünkü milleti karşılayan gelişmiş bir kavramdır. Yani belirli bir bölgede yaşayan, müşterek dil, kültür ve tarih bağları bulunan ve birlikte yaşama arzusu gösteren insan topluluğudur. (“Bod” sözü de bağımsız, ili, kağanlı bir Türk toplumu manasına geliyordu. Eski Türkler, daha çok milletin temelini teşkil eden, güçlü ve inançlı sosyal topluluktalar “Bod” diyorlardı. Türkçemizdeki “boy” sözü de muhtemelen “Bod” deyiminden gelmiştir.)
Milleti devletin esas kurucusu ve sahibi olarak düşünen Göktürkler, “Türk Sir budun” (birleşmiş Türk milleti) Sabirini de kullanarak Türklerdeki birlik, beraberliğe büyük önem vermişlerdir. Ayrıca Göktürk yazıtlarında, “Türk kağan” “Türk budun İlingin Törüngin” (Türk Milleti İlini Töreni), “Türk Budunuğ Atı Küsi” (Türk oğuz belgeleri budunu” Türk Begler, Türk Tengrisi. Türk İduk Viri Subu” (Türk Tanrısı, Türk kutsal yeri, suyu) gibi sözler Geçmektedir. Bu sözlerden birkaçını Göktürk yazıtlarında yer aldıkları cümleler veya ifadeler içinde incelediğimiz takdirde, söz konusu kavramların anlam ve değerini daha iyi yanlamak mümkündür. Örneğin:
“Türk belgeler Türk atın ıtı… “Türk beyleri türk adını bıraktı…)
“Türk oğuz begleri, buduni eşiding: üzere tengri basmasar, asra yir telinmeser, türk budun, ilingin törüngin kim artatı (udaçı erti) türk budun ertin, ökün… “türk oğuz beyleri, milleti işitin: üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti ilini, töreni kim bozabilecekti. Türk milleti vazgeç, pişman ol…)
Kül Tegin’in yazıtında, babası İl-Teriş Kağan’ın (682’de ) tanrı tarafından tahta çıkarılmasının sebebi, türk milletinin yok olmamasına ve millet olarak varlıağını devam ettirmesine dayandırılmaktadır.
“üze Türk Tengrisi Türk ıduk yiri subı ança itmiş. Türk budun yok bolmazun tiyin budun bolçun tiyin kangım iltiriş kağnıg ögüm ilbilge katunuğ tengri töpüsinde tutup yügerü kötürmüş erinç….” (yukarıda türk tanrısı ile Türklerin kutsal yeri, suyu öyle tanzim etmişler (türk milletinin kaderini şöyle çizmişler): türk milleti yok olmasın diye, bir millet olsun diye, babam il-teriş kağan ile annem il-bilge hatun’u, tanrı tepelerinden tutmuş ve (insanoğullarının) üstüne çıkarmış…)
Bilge kağan da kendisinin (692 yılında hükümdar oluşunu benzeri tarzda açıklamıştır:
“Türk budunuğ atı küsi yok bolmazun tiyin kangım kağanıg ögüm katunuğ kötirmiş tengri il birigme tengri türk budun atı küsi yok bolmazun (tiyin özümün ol tengri) kağan olurtdı erinç…) (Türk milletinin adı ve ünü yok olmasın diye babam kağanı, annem hatunu (yukarı ) götürmüş tanrı il veren, tanrı Türk milletinin adı ve ünü yok olmasın diye. Özümü tahta oturtan gerçek, o tanrı…)
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere, türk sözüyle oluşturulan ifadeler, yalnızca devleti kuran küçük bir Türk Resimi için söylenmemiştir. Bunlar dönemin en güçlü devletlerinden biri olan Göktürk imparatorluğu iç in ve bu imparatorluğun bünyesinde yaşayan çeşitli Türk boylarını bir bütün olarak ifade etmek üzere söylenmiş deyimlerdir.
Göktürk yazıtlarına göre, “tanrı” Türk milletinin koruyucusuydu. Tanrı, Türk milleti yok olmasın diye, Türk milletinin “adı “ ve “ünü” yok olmasın diye, Türk milleti üzeri8ne iyi kağanlar getiriyordu. Bu yüzden tanrı, kağanlar ile beyleri değil, öncelikle “Türk milleti”ni düşünüyordu. Kağanlar da Türk milletine hizmet etmek için tahta çıkarılıyordu. Nitekim, eski Türk düşüncesine göre üç önemli unsur vardı. Bunlar budun (millet), il(devlet) ve törü(töre) idi. Kağan ise bunları tamamlayan bir yardımcıydı.
Tanrı ile Türklerin kutsal yer ve suları, il-teriş kağan’a “kut” vererek onu yukarı götürmüşlerdir. Çünkü eski Türk inancında uzay ve dünyadaki varlıklar önemlerine göre, yukarıdan aşağıya doğru sıralanıyorlardı. En yukarıda “tanrı “ ve “gök”, en aşağıda da “yağız yer” vardı. Bunların arasında “kişi-oğlu”, yani insanoğlu bulunuyordu. Tanrı, il-teriş kağan’ı insanoğlunun yukarısına çıkarmakla, tabi olarak onun “kağanlık” kaderini çizmiş bulunuyordu. Bu inanca göre insanoğlunun üzerinde “Türk kağanı” oturuyor ve Türklerin kağanı “bütün insanlığın da kutsal hakanı” haline geliyordu. Dolayısıyla tanrı tarafından Türklere üstünlük sağlanıyor ve Türkler diğer milletlerin üzerine çıkarılıyordu.
Orta Asya’da, ilk ç ağlardan itibaren, idareyi hangi Türk kesimi ele almışsa, ona bağlı olan bütün Türk boyları aynı adla anılmışlardır. Nitekim Türk tarihinin diğer dönemlerinde de aynı özellik görülmektedir. Hunlarla herkes hun, Uygurlarla herkes Uygur, Selçuklularla herkes Selçuklu, Osmanlılarla herkes Osmanlı olmuştur. Ancak Göktürk devletini kuranlar, diğer Türklerden çok daha soylu, güçlü, bilgili ve tecrübeli idiler. Bunlardan dolayı da etkileri daha derin ve kalıcı olmuştur. Dolayısıyla sadece Etürk adını taşıyan bir devlet değil, aynı zamanda Türk olarak anılmaya başlayan ve bugüne dek gelen büyük bir kavimler birliğini de meydana getirmişlerdir.
Uygur döneminde devlet ve millet anlayışı Göktürk çağına oranla büyük ölçüde zayıflamıştır. Bu yüzden Türk sözünün devlet ve millet karşılığında kullanımı azalmıştır. Bununla birlikte, Göktürklerde olduğu gibi, Uygurlarda ve karatanlılarda sıfat olarak “güçlü”, “kuvvetli” “olgun” anlamlarında kullanılmıştır. Uygurlarda Türk sözü, çoğu kez “erk” yani güç, kuvvet sözü ile birlikte geçmeye başlamıştır. Örneğin “erk, Türkleriniz” “erkler, Türkler” gibi… Uygurlara göre, “erkler ve Türkler” halk iç inde okumuş, yükselmiş kimselerdir. Türk sözü, “erk” yani “güç”lü karşılığında söylenmiş ve eskisi gibi güç, kuvvet, kudret anlamını sürdürmüştür. Uygurlara göre olgunluk da bir “Türk lük”tü . örneğin olgunlaşmış gençler için “Türk yiğit” veya “Türk kızlar” gibi ifadeler kullanılmıştır.
Türklerde, Alparslan ve Kaşgarlı Mahmud zamanı, yani 11. yüzyılın ikinci yarısı, Göktürk çağında olduğu gibi Türklük bilinci ile gururunun yüksek olduğu bir dönemdir. Bu yüzden kaş garlı Mahmut, “Divanü Lugat-İt Türk” te, Türklerden bahsederken “Türk adını ulu tanrı vermiştir” diyerek Türk milletinin (1070’li yıllardaki) inancını nakletmektedir. Bunu da “Türklerin tanrı’nın ordusu” olduğu tarzında bir hadisle pekiştirmektedir. Kaşgarlı Mahmud’un Hz.Muhammed s.a.v.’e dayanarak verdiği hadis ve bulunduğu yorum şöyledir:
“yüce tanrı, “benim bir ordum vardır, ona “Türk” adı verdim, onları doğuda yerleştirdim, bir millete kızarsam, Türkleri, o millet üzerine musallat kılarım.” Diyor. İşte bu Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü, tanrı onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır; onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerinde yerleştirmiş ve onlara “ kendi ordum” demiştir. Bununla beraber Türklerde güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, övünmemem, yiğitlilik, mertlik gibi övülmemeye değer sayısız iyilikler görülmektedir.
Her ne kadar bu hadisin doğrululuğu tartışmalı ise de tanrı’nın bizzat “Türk adını vermesi” ve “Türkleri kendi ordusu olarak tayin etmesi” suretiyle Türklere üstünlük bağışladığı ve bu soylu milleti bütün insanlığın üzerine çıkardığı tarzındaki düşünce yaygındır. Bu ise x-xı. Yüzyıllardaki Türklerin psikolojik durumunu, inancını ve kendilerine olan güvenini yansıtması bakımından son derece önemlidir. Nitekim bu psikolojik durum, üstün inanç ve özgüven Türklerin, büyük Selçuklu imparatorluğunu kurarak orta doğu’ya hakim olmalarında, Malazgirt meydan savaşını kazanmalarında, Avrupalıların düzenledikleri haçlı seferlerine bertaraf ederek karşı taarruza geçebilmelerinde, Anadolu Selçuklu devletini ve Osmanlı imparatorluğunu kurarak ana doluyla balkanları fethetmelerinde hatta viyan aya kadar ulaşmalarında etkili olmuştur.
Xı. Ve sonraki yüzyıllarda, Türk kelimesinin anlamı Göktürk ve Uygur dönemlerine göre fazla değişmemiştir. Bilinen ilk Türkçe sözlüğü hazırlayan Kaşgarlı Mahmud, Türk kelimesinin anlamlarını “güç-güçlü, kuvvet-kuvvetli, kudret-kudretli, olgun, yetişmiş, güzel, yiğit” şekillerinde belirtmiştir. Şemsettin Sami ise kamus-ı Türki’de, “Türklerin, Asya’nın kuzeybatısında yerleşik, Avrupa’nın güneydoğusuna yayılmış savaşçı, yiğit, büyük bir millet” olduğunu kaybetmiştir. Görüldüğü gibi Türklerin olumlu vasıfları, başarıları, yiğitlikleri, savaşçılıkları “Türk” kelimesinin anlamına da yansımıştır. Türk milleti de kendi adının dürüstlüğün, asaletin ve kahramanlığın timsali olduğuna inanmış ve bununla gurur duymuştur.
Türk sözünden, Türk yurdu ve Türk devleti anlamında “Türkiye” tabiri türemiştir. Türkiye tabirine ilk defa “Turkhia” şeklinde Bizans kaynaklarında rastlanmıştır. VI. Yüzyılda bu tabir orta Asya (Türkistan) için söylenmiştir. IX-X. Yüzyıllarda İtil nehrinden orta Avrupa’ya kadar uzanan hazar ve Macar ülkelerine de bu ad verilmiştir. Örneğin, hazar ülkesine “doğu Türkiye”, Macaristan’a da “batı Türkiye “denmiştir. Anadolu ise XII. Yüzyıldan itibaren “turca” (Türkiye) olarak anılmıştır. XIII. Yüzyılda “Türk (kölemen) devleti” zamanında mısır ve Suriye’ye de “Türkiye” denilmiştir.
XII. Yüzyılda Türkler, Çin ile Hindistan sınırlarından başlayarak Rum ve Rus ülkelerine, tuna boylarına kadar yayılmıştır. Aynı yüzyılda Avrupalı seyyahlar, Kıpçak ili (kumanla) dahil olmak üzere, tuna boylarından Altay dağlarına kadar uzanan bütün bölgeleri “büyük Türkiye” ve Anadolu’yu da sadece “Türkiye” adı ile göstermişlerdir. Örneğin marco polu Anadolu’dan bahsederken “turca minor” (küçük Türkiye), orta Asya’dan söz ederken “turca majör” (büyük Türkiye) tabirlerine kaydetmiştir. Araplar da Türk dünyasını “arz üt Türk” olarak isimlendirmişlerdir.
Osmanlı devrinde de “Türkiye” adı Türklerin yaşadığı yerler veya Türk ülkesi karşılığında söylenmiştir. Bazen de siyasi bir anlam almış ve özellikle yabancılar tarafından imparatorluğun geniş sınırları içindeki memleketleri ifade etmek üzere kullanılmıştır. Zaten Avrupa kitap ve haritalarında, Türk kaynaklarından farklı olarak Osmanlı imparatorluğu yerine Türkiye ismine daha fazla yer verilmiştir. XX. Yüzyılın başlarından itibaren ise bu isimle, Osmanlı imparatorluğunun yerine geçen Türkiye cumhuriyeti anılmaya başlanmıştır. Böylece Türkiye tabiri, tarih boyunca Türklerin yayılışlarına ve hakimiyet kuruşlarına göre, geniş ülkeleri kapsayacak şekilde kullanılmıştır.
Türklük şuurunun, tarihi süreç içinde genelde güçlü olmasına rağmen, Türklüğe verilen önemin bazı dönemlerde azalmasından dolayı bu konuda dalgalanmalar yaşanmıştır. Özellikle Osmanlı imparatorluğunun son dönemini içeren yüzyıllarda Türklük şuur büyük ölçüde zayıflamıştır. Buna yol açan çeşitli sebepler vardır. Öyle ki, orta Asya, doğu Avrupa, karım, Kafkasya ve diğer yerlerdeki Türk devletlerinin (altın ordu, kazan, kasım, kırım, astırhan, hokand, sibir, buhara (Özbek), hive hanlıklarının) iç mücadeleler neticesinde zayıflayarak yıkılmaları veya Ruslar tarafından ortadan kaldırılmaları, XVIII. Yüzyıldan itibaren Osmanlı imparatorluğunun gerileyerek zayıflaması ve toprak kaybına uğraması, milyonlarca türkün esaret altına alınması, esir Türklerin milli şuur, milli birlik ve beraberlik duygularının zayıflatılarak uyuşuk topluluklar haline getirilmesi, Osmanlı yöneticileriyle aydınlarının Türkçüğe gerekli önemi vermemesi ve bu yönde sağlıklı politikaların uygulanması gibi sebepler Türklük bilincini büyük ölçüde tahrip etmiştir.
Türkler tarafından kurulan Osmanlı imparatorluğu, dünya tarihinde görülen en büyük ve en güçlü devletlerden biridir. Fakat, kuruluştan kısa bir süre sonra yetkililer tarafından Türklük büyük ölçüde unutulmuş ve ihmal edilmiştir. Hatta ender undan yetişen ve devlet yönetiminden etkili olan devşirmelerle türk soyuna yabancı olan Osmanlı aydınları, Türkleri her vesile ile yermişlerdir. (zaten yüksek makamlara geçen devrilmelerle ileri gelen Türkler arasında iktidar mücadeleleri olduğu ve entrikalar çevrildiği bilinmektedir.) bunun de etkisiyle önceleri övünmek vesilesi olan “Türk” sözcüğü, zamanla “kaba ve uygarlıktan uzak insan” anlamında kullanılmaya başlanmıştır. “kendine ve milletine güvenme hissini” kaybeden Osmanlı aydınlarından bazıları (tarihçi Naim gibi), “etrak-ı bildrak” (idraksiz Türkler) tabirini kullanarak (günümüzdeki şuursuz aydınlara benzer bir tarzda) Türkleri aşağılamış, hor görmüş ve Türklerin milli benliğini yok saymıştır. Halbuki tam tersine, Türk milletinin tarihi sürçe iç inde parlak bir geç mişe sahip olması, milletlerarası mücadelelerde galip gelerek çok sayıda imparatorlukla devlet kurması, Türk medeniyeti gibi yüksek bir medeniyet yaratması, Türklerin diğer milletlere göre üstünlüğünü göstermektedir.
Osmanlı döneminde zayıflayan Türk milli bilinci, panlavizmin, pancermenizmin, panhelemin, pancermenizmin saldırganlığı, Arap ve İran yayılmacılığı karşısında bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkan Türkçülük fikir akımının etkisiyle, xx. Yüzyılın başlarında, özellikle 1912-1913 balkan savaşlarıyla birlikte gelişerek canlanmıştır.
Milli mücadele yıllarında ise, bu dönemin önde gelen şahsiyetlerinin, öncelikle mustaf kemal paşanın gayretleriyle doruğa ulaşmıştır. Öyle ki, bu yüce insanın önderliğinde, misakı milliyi gerçekleştirme amacı güdülerek yeni Türkiye cumhuriyeti, milli ve üniter bir devlet olarak kurulmuştur. Bu devlete, (Göktürklerden sonra, tarihte ikinci kez) kurucusu ve asli unsuru olan türk milletinin adı verilmiştir. Türklüğe sahip çıkılmış ve Türk adıyla Türklük bilinci yeniden yücelmiştir.
1980 den sonra dünya Türklüğünde yeni bir gelişme oldu. Rusların hakimiyeti altında bulunan Türkler, bağımsızlık firikleriyle çalkalanmaya başladı. 1990 lı yıllarda ise batı Türkistan ve Kafkaslardaki Türklerden bir kısmı, ç eşitli engeller olmasına rağmen, bağımsızlıklarını ilan ettiler. Kuzey Kıbrıs türk cumhur7iyeti’nden sonra Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan tarih sahnesindeki yerlerine aldılar. Dünyadaki gelişmeler çerçevesinde, halkımız da ülkemizin dışındaki Türkler hakkında daha fazla bilgi edinmeye başladı ve büyük bir Türk dünyasının varlığının heyecanına kapıldı. Bunun konucunda Türkiye’de soydaşlarımı4za duyulan alaka ve sevgi bağları olağanüstü arttı. Kamuoyunun yönlendirmesiyle hükümetler de (Atatürk’ten bu yana verilen uzun bir aradan sonra) Türkiye dışındaki Türkler ile ilgilerini artırarak temaslarını yeniden düzenlediler. Böylece, Türklük şuuru yeniden zirveye doğru tırmanmaya başladı. Yüzyıllarca birbirinden ayrı kalmış ve sosyo-kültürel temasları kesilmiş olan Anadolu, balkanlar, Kafkaslar ve Türkistan Türkleri arasında kardeşlik bağları yenden kuvvetlenmeye yüz tuttu. Bu ilgi, ilişki ve iş birliğinin sürdürülmesi oranında Türklük; siyasi, iktisadı, sosyo-kültürel vs. yönlerden gelişip güçlenecektir. ATATÜRK’ün görüş, ifade ve direktifleri ise, Türklük şuurunun gelişmesinde ve Türk dünyasında arzu edilen dayanışmanın gerçekleşmesinde esas yol gösterici olacaktır. Nitekim XX. Yüzyılda, Türklüğün en büyük savunucusu Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu gazi Mustafa kemal paşadır. O, Türklüğe olan sevgisinden ve büyük önem vermesinden dolayı, 21 Haziran 1934 tarih ve 2525 sayılı soyadı kanunuyla, TBMM.nin verdiği “Atatürk” soyadını kabul etmiştir. Bu tarihten itibaren mareşal gazi Mustafa kemal, sadece Atatürk adı ile anılmıştır. Yüce milletine dair bakış a çısını anlayabilmek için, kendi el yazısıyla yazdığı değerli belgeleri, hayatından verdiği önemli örnekleri, yaptığı konuşma ile açıklamaları inceleyerek yorumlamalıyız.
1931 yılında Türk tarihi tetkik cemiyeti (Türk tarih kurumu) üyeleri, Dolmabahçe sarayı’nda, büyük kurucusu ve koruyucusu ATATÜRK’ün kanadı altında çalışmalarını sürdürüyorlardı. 14 eylül 1931 tarihinde, Atatürkçün bulunduğu bir ortamda, önemli konularla değinilmiş, özellikle Türklük bilinci ve bunun geliştirilmesi üzerinde durulmuştur. ATATÜRK, yaşadığı tecrübelerden ve örnekler vererek bu konudaki düşüncelerini açıklamıştır. O Osmanlı imparatorluğu’nda devletin kurucusv e ülkenin gerçek sahibi olan Türklere gereken önemin verilmediğini ve milli benliğinin gururunu tattıran gelişmeyi kendisine özgü, tatlı konuşmasıyla söyle anlatmıştır:
“bizim neslin gençlik yıllarına Osmanlılık telkin ve etkileri hakimdi. İmparatorluk halkını meydana getiren Türk’ten başka uluslara, .. özel bir değer veriliyor, … memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan biz Türkler, ikinci planda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyordu.
Türk isminden her zaman gururla bahsedilmesine, Türk milletinin çok eski bir tarihe sahip olmasına, binlerce yıldan beri nice Türk devletinin kurulmasına, büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin kurucularını ve temel unsurunu Türklerin teşkil etmelerine rağmen, Osmanlı devletinin son yüzlllarında, çağın gerektirdiği şekilde milli bilince kavuşmakta ve milliyetçiliğe sarılmamakta en çok geciken Türkler olmuştur. Atatürk, 20 mart 1923 tarihinde, Konya Türk ocağında, milli uyanıştaki bu gecikmenin Türk milletine verdiği zararları ve yol açtığı acıları şu sözlerle açıklamıştır.
“… biz milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok tekasül (ilgisizlik) göstermiş bir milletiz, bunun zararlarını fazla faaliyetle telafiye çalışmalıyız. ..
Bahusus (özellikle) bizim milletimiz, milliyetinden ihmal edişinin çok acı cezalarını gördü. Osmanlı imparatorluğu dahilindeki çeşitli kavimler hep milli akidlere sarılarak, milliyet mefkuresinin (ülküsünün) kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi tahkir, tezil ettiler (hor ve hakir gördüler), anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmak lığımızmış…
Diyerek türk milletinin öze dönüşünün gerekliğine vurgu yapmıştır.
Başka bir konuda buluşmak üzere…
Kaynaklar: ANKARA: TSK Dergisi
enes kardesim size tsk..ederken böylesi degerli bilgileri bizlere sundugunuz icin tsk..ederim kendi adima…
mitolojinin derinliklerine inerken gecmis arastirmalarimda cok kayda deger bilgilere ulastim lakin; ulastigim ” türk mitolojisi ve türk tarihi ” genis bir kapsam icinde ele alinmadigini bu bilgilerin nerde ve ne zaman ne sekilde kullanilmasi gerektiginin bilinmediginin(ya da önemsenmedigi)kanisiyla cok derin anlam tasiyan asagidaki kücük bir hikayeyi aktariyorum buraya…
* * *
Gökten Düsen Bir DOLU Tanesinden Türeme!
Bu önemli ALTAY efsanesi söyle anlatilir:..
Cok eski caglarda büyük bir savas olmus ve bu savas sonunda , bir kavim malub olarak,etrafa dagilmis.
Kacanlarin icinde, bir kiz, da canini kurtarmak icin bir yere siginmis.
Düsman gidipte, ortalik durulunca ortaya cikmis. Cikmaya cikmis ama, etrafta ne ailesini ne de bir yakinini bulabilmis.
Yalniz basina düsmüs yollara.
Basibos dolasirken, yolu bir yurda düsmüs.
Bu yurt,ta kalabalik ve büyük bir yurtmus.
Yurdun icinden birisi cikmis ve bu kizla evlenmis.
Kizi almis götürmüs kendi evine.
Kiz erinin evine gidince, gebe oldugu anlasilmis.
Herkeste bir telastir baslamis.
Kiza kiminle evli oldugunu ve kimden gebe kaldigini sormuslar.
Kiz,da simdiye kadar evlenmedigini ve hic bir erkek yüzü görmedigini israrla söylemis.
Sonra,da basindan gecen su olayi anlatmis!
”’ (Savastan sonra, Annem ve Babamdan ayri düsmüs ve bozkirlarda yürümeye baslamistim.
Her tarafi dolasip, yiyecek bir seyler ariyordum.
Iste tam bu sirada gökten büyük bir yagmur bosandi ve her taraf su icinde kaldi.
Bunu görünce bende kendimi korumak icin hemen bir yere saklandim.
Az sonra yagmur durmustu.
Tam bu sirada yerde bir BUZ parcasi gördüm.
Bu Buz,da yagmur ile beraber yere düsmüstü.
Buz yuvarlanip,ta yanima gelince, Buzu aldim ve elimle kirdim.
Baktim ki icinde iki (2) tane BUGDAY tanesi var.
Karnim,da zaten iyice acikmisti.
Bu Bugday tanelerini agzima attim.
Taneleri agzima atinca, karnimda birden tuaf birseyler hissettim.
Sanki karnimda iki COCUK var gibiydi.) ”’
Kanak Not: ” Türk Mitolojisi ” 1.cild.Prof.dr.Bahaddin Ögel.
(Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu) sa.55-56 (yil 1989)
…daha genis bilgi icin Türk Mitolojisi,nden yararlaniniz!
Yakup icik arsivlerinden!
her türk ” Türk Mitolojisi ” ni okumali!
yakup hocam cok guzel aciklamissiniz, verdiginiz ornekte aynen o lezzette, tesekkurle, keyif alarak okudum. mumkunse arsivinizdeki turk mitolojisi ile ilgili yazilarinizi bizimle zaman icerisinde paylasin :) zevkle okuyacagim her turk evladi gibi..
yazar arkadasa yazisi icin tesekkurler..
Kısmen de yararımız oduysa ne mutlu bana. Yorumlar için teşekkürler.