Bu kompozisyon; Gebze Genç Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (GENÇSİAD), Ekim 2002’de düzenlediği “Nasıl Bir Gebze İstiyorsunuz?” konulu kompozisyon yarışmasında BİRİNCİ seçilmiştir.

Herkesin çocukluk çağlarında, hayâllerini ve umutlarını süsleyen bir şehri vardır. Benim-ki, uzun zaman zihnimi meşgul eden Gebze şehri idi.

Özellikle Gebze’nin, dünyanın en modern ve refah düzeyi en yüksek on kentinden biri seçildiği o günden beri, uçağa binme saatimi büyük bir heyecan ve merakla bekledim. Allah’a şükür, yaklaşık on beş dakika sonra, Avrupa’nın en modern havalimanı olan Gebze Uluslararası Havalimanına ayak basacaktım. Daha da önemlisi, yaklaşık yirmi yıl-dır görmediğim, üniversiteden arkadaşım Kerem ile kucaklaşacaktım…

Uçağın kapısı açılıyor… Allah’ım, işte can dostum, sevgili arkadaşım Kerem, her zamanki şıklığı ve yakışıklılığı ile duruyor karşımda…

Kerem ile hasret giderdikten ve Gebze’nin o müthiş sahil semti Eskihisar’da, bir tarafı marinaya, diğer tarafı tarihî Osman Hamdi Bey Yalısı’na ve diğer tarafı, tüm ihtişamı ve güzelliğiyle bir tarih âbidesi haline gelmiş Eskihisar Kalesi’ne bakan, nezih bir ortamda kahvaltı yaptık. Kahvaltının ve sohbetin güzelliğinden ziyade, en çok dikkatimi çeken insanların güler yüzlü, hoşgörülü, misafirperver ve son derece bakımlı olmalarının yanı sıra, tam anlamıyla bir kalite kenti olan Gebze’deki hizmet anlayışıydı. Bu büyünün cazibesine cazibe katan o müthiş sahilde dolaşmak, asla unutamayacağım bir anı oldu benim için.

Uzun ve koyu bir sohbetin ardından, Kerem’in arabasına bindik ve eve doğru hareket ettik. Dünyanın en modern ve refah düzeyi en yüksek kentlerinden biri seçilen bu şehirde, bu unvanlardan çok daha fazlasını hak eden bir ortam olduğunun farkına vardım. Öyle ki, yolların son derece kaliteli inşa edilmiş olmaları, geniş, trafik sorunu bulunmayan ve sinyalizasyon işaretlerinin kusursuz olarak yerleştirildiği bir güzergâh dikkatimi çekti. Kerem’e, özellikle neden yollarda arabaların ve yoğun bir trafiğin olmadığını sordum. Dünya şehrine yakışır bir yanıtla merakımı giderdi. İnsanlar otomobillerini park etmek için kat otoparklarını kullanıyorlarmış! Daha önemlisi, yol kenarlarına park yasağı olmadığı halde, şehrin eğitimli ve anlayışlı insanları, kargaşayı, gürültü ve görüntü kirliliğini önlemek amacıyla, araçlarını hep bu parklara bırakı-yorlarmış. Helâl olsun diyorum insanıma! Trafiğin olmamasının nedenini ise, raylı sis-teme bağlıyor Kerem. Anadolu’dan Avrupa’ya uzanan hızlı tren raylarının İstanbul’dan önce Gebze’de kesiştiğini, Silivri’den İzmit’e kadar banliyö trenlerinin olduğunu öğre-niyorum. Büyük bir gururla, Gebze metrosunun, ülkenin en temiz ve bakımlı metrosu olduğunu da sözlerine ekliyor sevgili arkadaşım.

Metronun Gebze’den Taksim’e kadar uzandığını söyleyince, içimde gizlenen sanat ve kültür aşkı, hafta sonu İstanbul Sanat Şenliği’ne gitmek için plan yapmamıza neden oluyor. Bu vesileyle, ilk kez bir tüp geçitten geçmiş olacağım düşüncesi, heyecanıma heyecan katıyordu.

Arabayla şehir turu atmanın ayrı bir güzelliği vardı. Sonunda Gebze’nin iş ve ticaret merkezine gelmiştik. Bütün iş, ticaret ve kamu binalarının toplandığı bu semtin adı Gökboze imiş; şehrin eski çağlardaki adlarından birini almış. Gökboze’deki iş ve alışveriş merkezlerinin göğe doğru uzanması, hepsinin bir âhenk içerisinde sıralanması ve dijital bir tabloyu anımsatan görüntüsü, bana bir an için Maslak’ta olduğum hissini yaşattı.

Yeni Gebze Bulvarı’nda ilerlerken, dikkatimi çeken devasa bir meydanın ve koyu bir yeşilliğin arasından semaya uzanan minarenin neresi olduğunu sordum Kerem’e. Mustafa Paşa Meydanı ve Mustafa Paşa Camii Kültür – Tarih Sitesi olduğunu öğrendiğimde, ağlamamak için zor tuttum kendimi. Modern bir kat otoparkına aracımızı bıraktıktan sonra, meydanda küçük bir gezintiye başladık. Burası yeryüzü olamazdı… Sanki başka bir gezegende, yabancı bir şehirde hissediyordum kendimi.

Elli bin kişilik Mustafa Paşa Meydanı’nın kalbinde büyük önder Atatürk’ün devasa heykelinin yanı sıra, Fatih Sultan Mehmet’in Kıratıyla şaha kalkışını canlandıran bir abide göz kamaştırıyordu. Heykellerin arkasından bir tarih abidesi Mustafa Paşa Camii ve Kültür – Tarih Sitesi yükseliyordu. Bu devasa alanda, Gebze’nin her hafta sonu düzenli olarak yapılan Halk Şenliklerinin olduğunu öğrendiğimde ise, adeta dona kalmıştım. Her hafta sonu onlarca konferansın, serginin, film ve müzik gösterilerinin, eğitim semi-nerlerinin, eğitici yarışmaların ve satranç, tenis gibi spor aktivitelerinin gerçekleş-tirildiğini ve eğitim düzeyi yüksek, uygar Gebze halkının bu şenliklere aksatmadan katıldığını öğrendiğimde söyleyecek söz bulamamış, ‘bravo’ demekle yetinmiştim. İn-sanların giyim tarzı, konuşma şekli, davranışları hem gerçek Türk kültürünü yansıtıyor, ayrıca İslâm’ın o müthiş ahlâk felsefesinden de yansımalar sunuyordu. İşte benim uygar insanım, medeniyet beşiğim, gururum Anadolu şehri…

Dev meydanı ve kültür sitesini saatlerce dolaştıktan sonra, tekrar küçük ve sade arabamıza binerek, evin yolunu tuttuk. Artık yavaş yavaş şehir merkezinden çıkıyor, banliyölere doğru ilerliyorduk. Banliyölerdeki binalar genellikle iki – üç katlı, tripleks villalar şeklindeydi. Zaten yüksek bir refah seviyesine sahip böyle bir şehirde, aksi bir durum düşünülemezdi. Şehir imar edilirken tüm detaylar göz önünde bulundurulmuştu. Kerem bu ayrıntılardan dolayı, yaşanan büyük depremden Gebze’nin hiçbir şekilde zarar görmediğini anlatıyordu. Zaten en modern ve refah düzeyi en yüksek kentlerden biri seçilmesinin altında yatan ana nedenlerden biri olarak, bunu görüyordu Kerem.

Eve giderek yaklaşıyorduk. Anadolu’yu Avrupa’ya bağlayan, dünyanın en modern otoyolunun karşı tarafında yükselen ayrı bir şehir dikkatimi çekti. Orasının hangi semt olduğunu sorduğumda, Keremin, orasının sanayi bölgesi olduğunu söylemesi bendeki şaşkınlığın hat safhaya erişmesine neden oldu. Uygar bir kentin, uygar bir insanı olarak ve haklı gururunu yaşayarak Kerem, Avrupa’nın en modern sanayi bölgesinin GOSB olduğunu söylüyor ve ülkedeki sanayinin buradan yönetildiğini anlatıyordu.

Sanayi semti GOSB, şehir merkezine otoban misali yollarla bağlandığı yetmiyormuş gibi, tramvay ve metro hatlarıyla da bağlanmış, her türlü ulaşım kolaylığı son teknolojilerle sağlanmıştı. Gebze şehir merkezinde olduğu kadar GOSB semtinin de güvenliği son derece yüksek tutulmuştu.

GOSB Semtinin hemen yanı başında bitivermiş başka bir semtin daha ismini sorduğumda, orasının da eğitim sitelerinin, bilim merkezlerinin ve Gebze Üniversitesi’nin bulunduğu Kültür Parkı olduğunu söyledi. Şehrin merkezinde yükselen TÜBİTAK – MAM’ın tamamıyla buraya taşındığını, boşaltılan binanın ise artık kültürel ve sosyal etkinlikler için kullanıldığını anlattı.

Kültür Parkı’nın hemen karşısında ise başka bir teknoloji harikası, Kerem’in de evinin bulunduğu Mutlukent yükseliyordu. Gebze’nin bittiği yerde bir başka görkemli şehir yükselmiş, yeni birçok uydu kent  GOSB ve Kültür Park’ın karşısında kendine yer edinmişti.

Türkiye’nin bir dünya gücü olmasındaki en büyük nedenlerden biri olarak Kerem, Gebze’yi görmekteydi. İstanbul’u Avrupa’nın bittiği şehir, Gebze’yi ise Anadolu’nun başladığı yer olarak tanımlıyordu, yüksek mimar, sevgili arkadaşım Kerem.

İşte insanların huzur içinde yaşayabildiği, eğitim düzeyi yüksek, sanayileşmiş, kalkınmış, şehirleşmiş, yeşile gömülmüş, teknolojiye bürünmüş, insanların devamlı bir diyalog ve dayanışma içerisinde oldukları bir dünya şehri oluşmuştu. Bu şehir, içinde Türk Kültürünü barındıran halkıyla, bir cihan ülkesi Türkiye’nin başşehri olmaya da aday görünüyor.

Gördüğüm bu muhteşem insan harikası şehir hakkında, bugünlere nasıl ulaştığının sırrını içeren bir kitap yazmaya, sevgili arkadaşım Kerem’in, Adalar ve Körfez manzaralı, bana tahsis ettiği odada karar verdim….

Selçuk ERAT

24 Ekim 2002, Gebze – Kocaeli

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.