
“Sana evime gel demiyorum, benim uçsuz bucaksız yalnızlığıma gel.”
Afrodisias’ın Kadını
“Beni hiç bulaştırmayacaktın!” dediğim kişidir O.
Kimsenin ayak basmadığı bahçede tohumken, aykırılığım yüzünden açmak istemediğim bir dönemde, Cağaloğlu’nun kâğıt kokulu sokaklarında karşılaşmıştım Onunla. Özümde saklanan imgeyi, “Mevsimler Farklıdır” kitabıyla çekip çıkaran kadındı O. Sanki mitolojiden ruhuma uzanan eldi, belki de Afrodit idi. ‘Demek ki, aykırı baharı beklerdi meyveler’ diyerek, ‘hoş geldin’ demiştim Ona.
Sıra dışı bakış açılarıyla ele aldığı aşklar, kullandığı akıcı dil, kitaplarındaki yumuşak romantizm ve içten kahkahası ile Nevra Bucak, beni edebiyata bağlayan isimdir ve “beni hiç bulaştırmayacaktın” demem ondandır.
Yine açmak istemediğim şu günlerde, “Kadınların Şarkısı” ile belirdi Nevra, Eurotas’ın çiçekli kıyılarında, gün batarken. Gözlerimi vişneçürüğü panjurlu, beyaz ahşap evin bahçesindeki menekşenin ardında, Verdi’nin Aida’sını dinlerken bulduğumda, güneş üzerime doğuyordu. Demek istediğim şu ki; Kadınların Şarkısı’nı dinlemeye, hatta yaşamaya çoktan başlamıştım!
Şimdiye kadar okuduğum romanları hissettim, ama yaşayamadım. Romanın içinde bir karakter, cisim olamadım. Fakat Nevra Bucak’ın romanlarını, hissetmenin ötesinde yaşayabildim, içlerine girebildim, kişilere, eşyalara dokunabildim. Bu özelliğiyle Nevra, düşleri ve özlemleri gerçeğe çeviren, sihirli peri gibidir.
Romantizm ve Nevra Bucak
Nevra Bucak’ın kitaplarındaki aşk, hep başkaydı, “mevsimleri farklı”ydı. Cinsellikten, tenden arınmış, sınırı, ucu, kenarı, kıyısı olmayan aşklardı anlattıkları. Özgür, güçlü aşklar… Elbette zarif bir romantizmle birlikte… Kadınların Şarkısı adlı kitabında da, bütün bu özellikleri tekrar yaşadım! Kitap, tam bir Nevra Bucak kitabı olduğunu, beynimin duvarlarına işlediği enfes romantizmiyle kanıtladı.
Nevra Bucak’ı, her zaman “ayaklı romantizm” olarak gördüm. Yüreğinden fışkıran sınırsız (ve eşsiz) romantizm, yazdığı kitaplara incecik dokunuşlarla, adeta bir dantel gibi, özenle işleniyordu. Kaynağını Nevra’nın yüreğinden alan aşk ve romantizm, Kadınların Şarkısı’nda zirveye ulaşıyordu. Yirmi yıldır söylenmeyi bekleyen bu şarkı, kitabın sayfalarından uçarak yüreğime konuyor, orada dans ederek çoğalıyor, usuma, gözlerime, derime ve nihayetinde bütün vücuduma yayılarak, beni “Aşkın Adası”nda, ender bir güzelliğin gülümseyen kıyısına bırakıveriyordu. Ada, bu güzelliğin ortasında sevişen iki yüreğin, sevgi dolu senfonisi eşliğinde yükseliyor ve evrenin sonsuz koyuluğunda bir güneş olarak yerini alıyordu. İşte Kadınların Şarkısı’ndaki “iki kadın yüreği”nin aşkı, böylesine yüksek ve bildiğimiz aşkın ötesinde bir aşktı…
“Erkek Aşk”ın Dayatması
Kadınların Şarkısı’nı anlatan ve bir yazar olan Mine, eski bir soprano ve romanın başkişisi Semiramis’in, Ada’daki yalnızlığına götürüyor bizi. Bu yolculuk esnasında, Mine’nin evli ve çocuklu olan erkek sevgilisi ile yaşadığı “aşklı aşksızlık”a da tanık oluyoruz.
Ada’ya gidip geldikçe, kimseyle görüşmeyen, evden dışarı çıkmayan Semiramis’in dünyasına adım atıyor ve o dünyanın aslında kültür, sevgi, duygu, tutku ve bir o kadar da hüzün dolu olduğunu anlıyoruz.
Mine ve Semiramis arasında oluşan dostluğun gelişimi, bize yaşadığımız aşkların (özellikle de kadın – erkek ilişkilerinde) cinsel temastan öteye geçemediğini kanıtlıyor. Duygudan mahrum, tensel birlikteliklere aşk dediğimizi, aşkı cinsel bir doyum olarak bildiğimizi gösteriyor. Oysa, aşkın teni olur mu? Sınırı, kalıbı, şekli ya da “cinsi” olur mu? Olmadığını ve aşkın gerçekte bir “yürek işi” olduğunu, Mine ve Semiramis arasında giderek tutkuya dönüşen bu nadide dostluktan öğreniyoruz. Öyle bir tutku ki, bu iki yürek birbirine sahip olmak, birbirinde kaybolmak istiyor.
Yürekleri sevişen iki kadındır, Mine ve Semiramis. Bu kutlu törende birbirine değen duygulardır; tutku, saygı, sevgi, hayranlık, hoşgörü, ilgi, merak, paylaşım, bütünleşmek… Çoğu zaman sadece cinselliği yaşatabilen, sanki aşkın cinsel doyumdan ibaretmiş olduğunu dayatan “erkek aşkın” ötesinde bir sevişme Kadınların Şarkısı.
“Sana evime gel demiyorum, benim uçsuz bucaksız yalnızlığıma gel.”
Günümüzün temel sorunlarından birine, sıra dışı bakış açısıyla yaklaşan Nevra Bucak kitabında, çoğu erkeğin, romantizm maskesi altında kadına cinsellikten öte bir şey sunamadığına ve kadını yalnızlaştırdığına dikkat çekerek, kadınların yürek acılarını dile getiriyor. Bu dile geliş, Tagore’dan bir alıntı ile daha kitabın ilk sayfasında okura sunuluyor: “Sana evime gel demiyorum, benim uçsuz bucaksız yalnızlığıma gel.”
Nevra Bucak’ın “Mevsimler Farklıdır” ve “Aşkın Kutupları” adlı kitaplarındaki aşkları bambaşkaydı, fakat “Kadınların Şarkısı”ndaki aşk, çok daha başka. Kitap, aşk anlayışımızı yeniden sorgulamamızı sağlıyor… Kitabın dili, yirmi yıldır bekleyen şarap gibi, dudaklardan yüreğe akıveriyor hemen. Kadınların Şarkısı’nı kitaplığımın en değerli kitaplar köşesindeki yerine koyarken, okura da aşkın hüzünle yoğrulduğu bu şarkıya kulak vermesini tavsiye ediyorum.
(Kadınların Şarkısı, Nevra Bucak – Aya Yayınları, 120 s.)
Selçuk ERAT
08 Temmuz 2012, İstanbul
Özgür Kocaeli Gazetesi, 15.07.2012
güzel yazı tebrikler