Antoloji.com adlı edebiyat, kültür ve sanat sitesinin düzenlediği “Editörün Seçimi” başlıklı şiir yarışmasında ‘birincilik’ alan şiirim üzerinde, bizzat konuşmak ve şiiri yazıya dökmek, aslında benim için utanç verici!
Kuşkusuz, bu şiirin farklı mekânlarda farklı yazı biçimlerine akmasındaki en büyük neden, Türkiye’de şiir alanında yaşanan kargaşa olmalı. Şiirin birinciliğini ilan etmesinin ardından yaşanan nahoş kavgalar ve gereksiz tartışmalar nedeniyle üzülüyorum. Fakat şiire hakkının verilmesi adına bu yazıyı kaleme almayı da bir zorunluluk olarak gördüğümü ifade etmem gerek!
Öncelikle Sappho’yu tanımakla başlamamız doğru olacaktır. Zira Sappho’nun bile şiir yazan bu insanlar tarafından tanınamaması ve hatta hakarete uğraması, bu tanışmayı zorunlu kılmakta. Sappho; İ.Ö. altıncı yüzyılın başlarında, bugün adı Midilli olan Lesbos adasında yaşamış, çağının en büyük kadın şairidir. Hemcinslerine olan ilgisiyle ve bu ilgiyi şiirlerinde işlemesiyle tanınmaktadır. Şiire niçin Sappho’nun adının verildiği, bu yazının okunmasından sonra kavranabilir. Şiiri ayrıntılı bir şekilde incelemeden önce, neyi anlattığına kısaca değinelim:
Sappho; bir erkek çocuğunun (ki bunu dördüncü bölümde geçen satırlardan anlayabiliyoruz), çocukluk evresinden ergenlik dönemine kadar geçen zaman dilimi içerisinde yaşadığı, sıkıntılı çocukluk dönemini ele alır. Kendisini sevgiden ve ilgiden yoksun bırakan, dahası kendi çocuğunu taciz eden bir babanın yaptıklarını işler. Şiir; annesinin tacizlerden haberi olduğu halde olanlara göz yumarak çocuğa sahip çıkmayışını, bu nedenle çocuğun (ya da gencin) ergenlik çağını, bu olayların gölgesinde geçirerek bambaşka bir kimliğe bürünmesini konu edinmektedir.
Okuyanlar bilirler; 1936 İsviçre doğumlu Iris Galey’in, “Babam Öldüğünde Ağlamadım” adlı yapıtı, bir kız çocuğunun – Olivia’nın – babası tarafından taciz edilişini ve bu şekilde gelişen ‘küs bir yaşamı’ anlatır ki bu, yazarın şahsen yaşadığı, gerçek bir yaşam öyküsüdür. Sappho da bir bakıma Iris Galey’in yapıtından ilham alınarak doğmuş bir şiirdir.
Her şeyden önce Sappho, küçük bir kurgu üzerine gelişmiştir. Yazar tarafından yaşanmış gerçek bir kesiti değil, yaşandığı varsayılan, olmuş gibi kabul edilen bir ‘senaryo’ üzerine inşa edilmiştir. Ancak bu, yaşanmıyor anlamına gelmemektedir. Çoğu kişinin “yoğun imge yığını, gerçeklikten uzak, şiirden uzak, şiirden çok bir öykü” gibi basit değerlendirmelerine karşın Sappho; toplumda gizliden gizliye büyüyen bir yarayı işlemesi, bunu yaparken oldukça basit, anlaşılabilir dil ve söylemler kullanması, topluma hitap etmesi ve sıkça işlenmemiş bir konuyu ele alması bakımından, farklı bir şiirdir ve bu çerçevede hakkı kendisine iade edilmelidir.
Antoloji.Com Kültür ve Sanat Sitesi’nin düzenlediği yarışmada birinci olması, kuvvetli bir ihtimalle, bu özelliklerinden ileri gelmektedir. Söylemi ve işlediği konu açısından, günümüz şiirlerinden ayrıdır. Şiir; sanat adına, anlaşılabilirlik adına hiçbir kaygı gözetmeksizin dokunmuştur. Beğenilme arzusu, okunma arzusu, edebiyatta yer edinme kaygısı taşımamaktadır. Kabul görmesindeki en önemli noktalardan birisi bu olsa gerek!
Şimdi, arzu ederseniz şiiri bölüm bölüm ele alalım:
Birinci Bölüm:
küçüktüm henüz.
büyük filleri vardı çocukların.
çiçek açmış yıldız kümeleri düşlerdim;
değemezdim, uzaktaydılar.
daha gök yırtılmamıştı,
yüreğin tiz çığlıklarıyla.
Çocuk; yaşadığı hapishane hayatı ve uğradığı zulümler nedeniyle, çocukluğunu yaşayamamaktadır. Yaşıtları oyuncaklarla oynarken, kendisi kapalı iç dünyasında kalır, onlara öykünerek hayaller kurar. Ancak hayalleri, sahip olduğu aile düzeni nedeniyle asla gerçekleşmeyecek, aksine daha farklı bir yola girecektir ve bunu sezmektedir.
İkinci Bölüm:
gemisiz limanda uzayan sessizlik,
süzülürdü aralık pencereden, taşardı.
rengi kaçmış bir kilim,
ve gıcırdayan divandan ibaret odama.
bir adamlık balkonuma konan kumrunun,
tanrı olduğunu bilirdim hep.
Oyuncaklarıyla oynayan ya da dışarıda koşturan çocukları, odasından izler ve yalnızlığını dile getirir. Oyuncakların ve doğanın güzelliğinden mahrum olan biricik mekânını, yani sürekli kaldığı odasını anlatır. Bu anlarda çocuk, yalnızlığını tanrıya sığınarak unutmaya çalışır ve balkona konan kumruyu tanrıya benzetir.
Üçüncü Bölüm:
masallardan örülü dünyam vardı;
yaşlı kadınlar gibi ıssız.
pinokyom olmadı hiç, kurşun askerim de.
balçıktan tanrılarım vardı;
kadınlarım ve adamlarım.
düşerimi yatağın altında saklardım;
onları sevmezdi babam.
Yaşı biraz daha ilerleyen çocuk, artık yaşadıklarının farkına daha iyi varmakta, yavaş yavaş onu adlandırmaktadır. Oyuncaklarının olmadığından, hayalleri ile avunduğundan bahseder ve yaşayamadığı çocukluğuna özlem duyar. Kendi oyun arkadaşlarını yarattığını, kurduğu hayallerde onlarla oynadığını dile getirir. Ancak ruh hastası olan babasının hayalleri sevmediğini söyler ve ondan gizli düşler kurduğunu anlatır.
Dördüncü Bölüm:
kilden kadınlardan biriydi sevgilim;
defne yağıyla yıkanırdı, gözleri iri.
salt sevgiden yapılmıştı, gezerdim,
çiçekli kıyılarında gün bitene dek.
Bu bölümde, yaşı biraz daha ilerleyen çocuk, olmayan arkadaşını hayalînde canlandırır. Bu düşü öyle sever ki, artık düş, onun sevgilisi olmuştur. Bu hayalî her kurduğunda mutlu olduğunu dile getirir.
Beşinci Bölüm:
düş koptu bağrından gecenin, sırılsıklam,
duvarlar inceldi, eşyalar, eller, bacaklar.
göğü yırtıp geçti feryat, mendilim kanlandı.
tanrı oturmuştu yüreğime,
yaşım kaçtı, on beş ya on altı.
payıma cüz okumak düştü isteksizce.
Iris Galey’in kitabında, Olivia, istemediği halde annesinden ayrılmak zorunda kalır ve başka bir şehre gider. Sappho’da da benzer bir ayrılık dile getirilir. Bu, çocuğun büyüdükçe ve yaşı ilerledikçe hayallerinden ve tüm dünyası olan küçük odasından yavaş yavaş uzaklaşmasını anlatan ayrılma, çözülme anıdır. Daha sonra, yaşadığı yalnızlıktan sıkıldığını, tek arkadaşının tanrı olmasından duyduğu hüznü dile getirir. Hayatı boyunca tek arkadaşının tanrı olacağını bilmektedir, çünkü yaşadıklarını tanrıdan başkasının bilmesi yahut anlaması mümkün değildir.
Altıncı Bölüm:
soluk bir resim gibi geçtim mezarından.
şarap kokulu ağzına değdiğim.
geceler uzardı sürekli, kumru gelmez oldu.
tenimde nasırlı parmakları babamın.
bir şiir doğardı geceden;
küfürler, isyanlar, gözyaşları.
ıslık çalar gibi.
durmadan isterdi, al, al, sonuna kadar.
midem ağzıma dayanır, yüreğim çekilirdi.
içim dışım çığlık.
Bu dönem ile birlikte, kişiliği oturmaya başlayan ve artık bir birey haline gelen genç; şimdiye kadar yaşadıklarından ve tanrıyla arasının açılmasından babasını sorumlu tutmaya başlar. Sonraki satırlarda, gencin artık şiir yazmaya başladığını ve şiirlerinde yaşadıklarını anlattığını görüyoruz. Gençte, bu dönemle birlikte yaşadıklarına dair açık bir isyan sergilediği de görülmekte.
Yedinci Bölüm:
bir anne kurardım hep, papatyalardan mülhem.
kapıyı süngüler, odamda tutardım.
“gel tanışalım anne, ben oğlun!”
ince, uzun parmakları erirdi saçlarımda;
akardı yanaklarıma,
bu ne cennet!
lakin, erkek teninin kirleri derimde;
uçurumlar kan akardı!
Birlikte yaşadığı halde annesine olan uzaklığını ve duyduğu özlemi dile getirir. Onunla ne kadar yakınlaşmak istese de bunu yapamadığını ve engelin babasından kaynaklandığını anlatır. Aslında annesi ile arasında güçlü bir bağ bulunmakta, fakat annesi babasına karşı tavır sergileyememekte, cesur davranamamaktadır. Yazık ki bir şeyler sezmesi, düşünmesi veya görmesine rağmen hiçbir şey yapmamakta, bu da çocuğu fazlasıyla yaralamaktadır. Ancak buna rağmen çocuğun annesine duyduğu sevgi açıkça ortadadır!
Sekizinci Bölüm:
adsız mevsim sürüp gitmekteydi bende.
tenimin rengi alışılmadık: toz yanığı.
yalnızdım uluorta serilen imgelerimle.
Bu bölümde, yetişkin bir gencin, yaşadıklarını göz önüne alarak, kendi dünyasını tanımlaması anlatılır.
Dokuzuncu Bölüm:
kızıl bir kargı saplandı yüreğime;
rengi hüzne çalan akşamlardandı.
cevizden bir çarmıh, boyumdan büyük;
düşlerimde göründü önce,
sonra gölgeli silueti odamda.
iki öğlenlik bir susku:
derken,
sarı sandalıyla belirdi ufukta lesbos’lu ozan.
gökler açıldı, seyreldi dağlar:
sappho! sappho!
Artık genç, kişisel kimliğini bulma noktasındadır. Bu süreç sancılıdır, çünkü bir karar vermesi gerekir. Genç, tıpkı İsa’nın çarmıha gerilmesini andıran bir acıyla kıvranmakta, babası ve annesi tarafından kendisine yaşatılan acıları, bu şekilde ifade etmektedir. Yaşadıkları olayların ve sancılı yaşam evresinin bir sonucu olarak, hemcinslerine ilgi duymaya başlamıştır. Babasının ona edindirdiği alışkanlık, onda cinsel bir kimliğe bürünmüştür ve bu hâli dile getirir.
Çocuğun; babasının tacizleri sonucu şekillenen cinsel kimliğinin anlatılması, hemcinslerine ilgi duyan kadın şair Sappho’nun ismi ile anlatılmıştır. Şiir ismini dokuzuncu bölümün bu son mısrasından alır.
Bir bakıma burada Sappho, şiirle uğraşan bir gencin seslenişini, yakarışını da tanımlayabilir. Gencin yaşadığı acılar nedeniyle şiire yönelmiş olması, şüphesiz beraberinde Sappho’yu tanımayı da getirmiştir. Bu açıdan ele aldığımızda, genç, Sappho’nun yaşamı ile kendi yaşamını karşılaştırmış yahut iki yaşam arasında bir bağ kurmuştur.
Onuncu Bölüm:
düş yeni sokaklara aktı:
ergendim.
kıyameti nisana en uzak mevsimin.
uçurumlar genişledi, mezarlar kayboldu.
anneye dair düşler ürktü.
asılı kaldı kirpiklerimde,
on sekiz yaşımdan bir tutam tortu.
Artık yaşamı farklı, çelişki ve kargaşa dolu bir genç olur. Hemcinsleri gibi yaşamasına imkân yoktur. Bu durumu dizelere yansıtır ve hayatı boyunca bu lekeyi taşıyacağını dile getirir. Sözü edilen tortu, ailesinin tavırları sonucu ona kazandırılan, ‘zorunlu’ bir kimliktir. Babasının hasta eğilimleri ve annesinin umursamazlığı, bir bireyin ‘psikolojik ve ahlâki bir arızaya’ sahip olmasına neden olmuştur.
Sappho şiiri, kesinlikle bir kurgudur ve yazar tarafından bizzat yaşanmış bir gerçek değildir. Ancak çoğu çocuğun ve gencin bu tür olaylara maruz kaldığı ortadadır ve bu meseleyle ilgili çeşitli istatistikler mevcuttur. Şiirin yazılma amacı, giderek artan aile içi cinsel ilişkilere, tecavüzlere dikkat çekmektir.
Bu yazımızda, bölümlerin ele alınmasında, yalın ve kısa yollar tercih edilmiş olsa da, şiiri okuyan okur, çok daha farklı patikalar kullanarak, değişik anlamlara ulaşabilir ve farklı değerlendirmeler elde edebilir. Şiirin söylemi ve biçemi buna uygundur.
Selçuk ERAT
Aralık 2004, İstanbul