Rabbimizi bize tarif eden; üç büyük, o nispette külli ve kapsamlı olarak tarif eden / tanıtıcılar var. Birisi; şu kainat kitabıdır ki, harfleri; taşa, toprağa ve canlı cansız her varlığa bürünerek kendisini okutmaktadır. İkincisi; şu kainat / evren kitabının en büyük ayet ve delili olan Hatemü’l-Enbiya / Son Büyük Peygamber’dir. Üçüncüsü ise, Şanı Büyük Kur’an-ı Azimü’ş-Şan’dır.
Rabbimizi bize tarif eden ve natık / konuşan bir bürhan / delil olan Hz. Muhammed’i dinlemeliyiz. Çünkü, bu bürhan ve delilin manevi şahsına bakacak olursak:
Yeryüzü bir mescit hükmündedir. Mekke, bir mihraptır. Medine ise bir minber sayılır. Bahir / açık bir bürhan / delil olan Hz. Peygamber ise, bütün mü’min ve inananların imam ve önderidir. Bütün insanlara seslenen bir hatiptir. Tüm enbiya ve nebilerin reisi ve başıdır. Bütün evliya ve velilerin seyyidi ve efendisidir. Tüm nebi ve velilerden oluşan bir zikir halkasının baş zakiri / baş zikredicisidir.
Zira, bütün nebilerin canlı kökleri, bütün velilerin tap tazecik manevi meyveleri nurani / parlak bir ağaç gibidir. Ki, O Şanlı Peygamber’in her bir davasını; gösterdiği mucizelerine dayanan bütün nebiler; O’nun kerametlerine itimat edip güvenen bütün evliya; tasdik edip imza ediyorlar.
Çünkü O Muhterem Nebi: “La ilahe illallah.” / “Allahtan başka hiçbir ilah yoktur.” (Muhammed:19) der, dava eder. Bütün sağ ve sol, yani mazi ve müstakbel / gelecek taraflarında saf tutan o nurani / nurlu zakirler / zikr ediciler, aynı kelimeyi tekrar ederek icma yani fikir birliği ile manen: “Sadakte ve bilhakkı natakte.” / “Doğru dedin ve söylediğin haktır.” derler.
Hangi vehmin / yanlış ve esassız düşüncenin haddi / güç ve kuvveti var ki, böyle hesapsız imzalarla teyit edilen / doğrulanan ve destek olunan bir iddia ve davaya parmak karıştırsın ve karıştırabilsin.
O nurani / parlak Tevhid Bürhanı / Allahın bir oluşunun delil ve kanıtı olan Hz. Muhammed Mustafa; nasıl ki, hem enbiya hem de evliyanın icma / fikir birliği ve tevatürüyle / kesin bilgileriyle teyit edilip doğrulanıyor.
İşte aynen bunlar gibi, Tevrat ve İncil gibi semavi kitapların yüzlerce işaretleriyle de doğrulanıyor.
İrhasatın / Hz. Muhammed’in Peygamberliğinden önce meydana gelen harika haller ve olayların binlerce remizleriyle de onaylanıyor.
Hatiflerin / gaipten haber veren meleklerin meşhur müjdeleriyle de kendisi ve davası reddedilmiyor.
Kahinlerin / gelecekten haber verdiğini iddia eden kimselerin birbirlerini doğrulayan kesin bir şekilde şahit oluşları da O’nu yalanlamıyor.
Şakk-ı Kamer / Ay’ın ikiye bölünmesi gibi binler mucizelerinin delil ve işaretleriyle de Resul / Elçi oluşu hüsnükabul görüyor / güzel bir kabulle karşılanıyor.
Şeriat’in yani İslamiyet’in hakkaniyeti / haklılığı ile de Hz. Peygamber teyit ve tasdik ediliyor.
Çünkü O Mükerrem Zat, son derece kemalde olan mükemmel ve övülmüş ahlak ve karakter sahibidir.
Çünkü, O Çok Keremli Zat olan Hz. Muhammed; vazife ve görevinde son derece güzel, çok kıymetli özelliklerle donatılmıştır. Karşısındakilere tam bir güven verici, ulu bir şahsiyettir.
Çok kuvvetli bir iman ve inanç içinde olduğunu, inancına nasıl bir sarılışla sarıldığını; üstelik inancına inanılmaz derecedeki bağlılığını; yaptığı ibadetler ve kulluğunda gösterdiği takvası çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır.
Ayrıca O Muhteşem Zat Hz. Muhammed’in son derece ciddiyeti, sarsılmaz metanet ve davasındaki sağlamlık; o ulvi ve yüce davasında ne kadar samimi, içten ve sadık olduğunu güneş gibi açıkça göstermektedir.
Hz. Muhammed’in büyüklüğünü anlamak, nasıl yüce bir görevli olduğunu bilmek için, zuhur ettiği zamana gitmek, ortaya çıktığı zemine inmek gerek:
İşte bu durumda görüyoruz ki, o güzel sireti, huyu ve ahlakı, o güzel yüzü ile mümtaz ve seçkin bir şahsiyet olarak; elinde mucizeli, harikalar gösteren ve onlara işaret eden bir kitap var.
Bu durumda; lisan ve dilinde hakikatlere vakıf, gerçekleri bilen hitabetlerine şahit oluyor ve bunları işitiyoruz.
Yine bu durumda, müşahede ediyoruz ki, O Seçkin Zat; değil sadece bütün Ademoğullarına, aslında tüm Cinlere, Meleklere ve hatta bütün mevcudat ve varlıklara karşı Ezeli Bir Hutbe yani varlığının başlangıcı olmayan Allah’ın insanlara ve cinlere bir hutbesi olan Kur’an’ı tebliğ ediyor. İlanda bulunuyor. Onları bundan haberdar kılıyor.
Evet, O İki Cihan Güneşi Hz. Muhammed’in zaman ve zeminine tayyı zaman ve mekan ettiğimiz, yani yaşadığı saadet asrına, zihnen ve hayalen gittiğimiz takdirde, yine şahit ve tanık oluyoruz ki, O Şanlı Nebi; Alemin yaratılış sırrı olan acibane muammasını, yani hayret verici ve şaşırtıcı sırrını; hem hall edip çözüyor hem de şerh edip açıklıyor.
Kainatın sır ve gizi olan muğlak tılsımını / anlaşılması zor sırrını fethedip keşfediyor, açıyor. Ve bütün mevcudat ve varlıklardan sorulan ve bütün akılları hayret içinde meşgul eden üç müşkül / zor ve müthiş büyük sual olan:
“Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” sorularına ikna edici, makbul cevap ve yanıtlar veriyor.
Öğr. Gör. Muhsin Bozkurt (E)
18 Nisan 2010, Gebze – Kocaeli