
*** H A D R A ***Siyahların Kadını- Yazan:Sedat ERDOĞDU |
Ruhumun ince kavakları, nefesimin rüzgarıyla nazlı nazlı sallanıyor, arzularımın dalgası kıyılarımı yalayıp geçiyordu.Sevdanın karanlık girdabına doğru sürüklenen bedenimi, eşim Hüseyin’ in ateşli kollarına bırakırken, düşüncelerim düğümleniyor ve beynim allak bullak oluyordu.Bu akşam, suyu çekilmiş bir kuyu gibiydim.Sanki kuyumun içine kocaman bir taş atılmış, dakikalar sonra yere çarparak geniş yankılar uyandırıyordu.Sessiz çığlıklarım atlıyordu uçurumdan aşağı.Artık görmek istemiyordum, kederimden yüzü buruşmuş çarşafları…Gözlerim, yatak odamdaki duvarın çatlaklarında dolaşırken, ellerimle gece lambasının ışığını kapattım.Karanlık dünyama yol gösterecek bir yıldız aradı bakışlarım.Eşim Hüseyin’ le olan lezbiyen sevişmelerimizin finalini, her bayram günlerinde ve Suriye sınırından kaçak Türkiye’ ye giren sevgilim Abdülaziz’ de tamamlamanın uygunsuzluğunu yaşadım yıllar yılı…
Çocukluğum Suriye’ ye bağlı olan Afrin’ de geçti.Suriye’deki rejimden dolayı kazandığımız tarla ve bahçelerimizdeki ürünlerin büyük bir kısmına devlet vergisi adı altında el koyuyorlardı.Hıfzı Dedemden kalan arazilerimizin çoğu Kumlu ilçesine bağlı Hamamat köyünde bulunuyordu.Afrin’ le Hamamat arasında Kürt dağları vardı.Biz katırların sırtında keçi yollarını aşıp, Hamamat’taki arazimizden geçimimizi temin ediyorduk.
Türkiye ile Suriye arasındaki en büyük sorun Hatay meselesi idi. Musul petrollerinin Akdeniz’e açılan kapısı olarak görüldüğü için önem verilen Hatay’da 1. Dünya Savaşı sonunda İngiliz ve Fransızlar arasında büyük bir mücadele yaşanmıştı. 1921’de, büyük bir Türk nüfusu barındıran Hatay’da Ankara Andlaşması ile oluşturulmuş yarı özerk bir idare vardı. Bu anlaşma ile Fransızlara tanınan yönetim biçimi A – tipi manda yönetimiydi. Yani Fransa, Hatay’ı bağımsızlığa hazırlayacaktı. Manda yönetimi 1936’da sona erdi. Hatay’ın bağımsızlığı 1937’de Milletler Cemiyeti tarafından onaylandı ve Temmuz 1939’ da Fransa Hatay’ın Türkiye’ ye bağlanmasına razı oldu. Hatay üzerinde tarihsel hakları olduğunu öne süren Suriye, Fransa’ yı hiç affetmedi.
Abdülaziz çocukluk aşkımdı.Ben ondört, Abdülaziz onaltı yaşındaydık.Evlerimiz karşı karşıya olduğundan, ne zaman banyo edip saçlarımı taramak için terasa çıksam beni süzer ve büyüyünce benimle evleneceğini söylerdi.Biriktirdiği paralarla Halep’ ten aldığı gümüş çerçeveli ayna bana aldığı ilk hediyeydi.O’ nu çok seviyordum ve birbirimize evlenmek için söz vermiştik.Abdülaziz evlerinin çatısında güvercin besler ve onlara değişik takla hareketleri öğretmekten zevk duyardı.Bana da öğrettiği ıslık sesiyle güvercinler gelip benim omzuma konarlardı.Yazdığı aşk mektuplarını güvercinlerin ayaklarına bağlayıp bana gönderir ve ben okudukça mutlu olurdum.Benden dört yaş büyük ablam petrolcü bir Arapla evlenmiş Lazkiye’ de oturuyordu.
Babam bir gece ansızın anneme:
“ – Avrat çabuk eşyaların hepsini toplayın!… Hatay bağımsız Cumhuriyet oldu.Arazilerimizin çoğu Hatay Cumhuriyeti’ nde kaldı.Buradaki evi ve arazilerimin kullanma hakkını kardeşime verdim.Her yıl alacağı mahsülün yarısını bana verecek.Tabi devlet vergisinden bize sıra gelirse!..Hamamat’ daki yazlık evimize gidiyoruz, Oraya yerleşeceğiz!..” demesiyle ben ve benden iki yaş küçük erkek kardeşim Said, “- Biz gitmek istemiyoruz!..” diyerek ağlamaya başladık.Babamızdan yediğimiz iki tokatla ağlamayı kestik .Sabah olunca koşarak Abdülaziz’ e durumu anlattım.Çok üzüldü fakat beni her zaman görmek için sınıra geleceğini, güvercinlerle bana haber göndereceğini söyledi.Katırlara yüklediğimiz eşyalarımız ve koyunlarımızla birlikte Afrin Çayını ve Kürt dağlarını aşarak Hamamat’ a yerleştik.Biz yerleştikte sonra bir hafta içinde, Türkiye ile Suriye arasındaki sınır bölgesindeki tampon alana, yüzelli metre eninde mayın döşenmişti.
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
ARKASI YARIN – HADRA – 2.BÖLÜM
Suriye’ ye giriş çıkışlar Cilvegözü sınır kapısından kontrol altında tutuluyordu.İki devletin antlaşmasına göre, karşı tarafta yaşayanların akraba olduğunuzu belgelememiz dahilinde, dini bayramlarda iki günlüğüne, geçiş izni veriliyordu.Ramazan bayramlarında Hatay’ dan Suriye’ ye geçişler, Kurban bayramında ise Suriye’ den Hatay’ a geçişler serbest bırakılmıştı.
Akrabalarımın yarısı burada, yarısı karşı tarafta kalmış ve ikiye bölünmüştük.Abdülaziz’ le anlaştığımız gibi, her Cuma günü saat tam ikide tel boyunda buluşur, haykırarak sevgimizi dile getirir, sarılamasak da göz göze uzaktan uzağa bakışırdık.Güvercinlere ıslık çalar, Yazdığı aşk mektuplarını büyük bir sevinçle açar okurdum.Aradan üç yıl geçti.Babam üç bayramdır annemi de yanında alarak karşı tarafa geçiyor, ben ve kardeşimi götürmüyordu.Abdülaziz’ i çok özlemiştim.Babam giderken yanında tekstil malları götürüp, oradan gelirken de katırların sırtında baharat, çay ve şeker çuvalı getiriyordu.
Köyümüzün en zenginlerinden, geniş arazileri olan Hamit Ağa’ nın oğlu Hüseyin, bir türlü peşimi bırakmıyordu.Kaç kez anasını bizim eve göndermiş benimle evlenmek istediğini söylüyordu.Babam da ısrarla Hüseyin’ le evlenmem için baskı yapıp duruyor, ben her seferinde red cevabı veriyordum.Anneme Abdülaziz’ i sevdiğimi ve Ondan başka kimseyle evlenmeyeceğimi söylemiştim.Annem de babama söylediğinde babam “- Zengin oğlan dururken Abdülaziz’ e asla kız vermem.Bu dünyada din de para, iman da para!…” diye tutturmuştu.
Yine bir Cuma günü, bulaşma saatimizde tel boyuna gittim.Hava kararıncaya kadar bekledim, Abdülaziz gelmedi.Öbür hafta, öbür hafta derken bir ay geçti.Kuşlar da gelmez olmuştu…Aklımı oynatacak gibi oldum.
Bayram yaklaşıyordu Anneme;
“ – Anne Abdülaziz ortalıkta görünmüyor, haber alamıyorum.Ne olur Afrin’ e beni de götürün!…”
“ – Babana sorayım kızım götür derse götürürüm.”
Babam anneme; “ – Göz görmeyince nasıl olsa gönül katlanır ve unutur avrat!…”, diyerek beni yanında yine götürmek istemedi.
“- Madem öyle Kız Anne, Abdülaziz’ den haber alamıyorum, onların evine uğra da bir haber getir olur mu? “
“ – Tamam yavrum sen hiç merak etme anası Ülfet’ e uğrar hal hatır sorarım.”
Annemin geleceği ve haber getireceği günü iple çeker oldum.Nihayet geldiklerinde sordum:
“ – Anne ne oldu, neden Abdülaziz bana güvercin uçurmuyor hiç?”
“- Kızım unut O hayırsız çocuğu, zengin bir kızla evlenmiş Halep’ e yerleşmiş!…” demesiyle oraya yığılıp kalmıştım. Bu ayrılık bana ölümden beterdi.Gözlerimde zifiri karanlık, beynimde karıncalar dans ediyordu.Bir an zaman durdu, dünya durdu, geceler sustu.
Gökyüzü, matem yıldızlarıyla süslendi .Denizdeki dalgalar gizledi ruhumun çığlıklarını.Nemrut ateşleri yanıp tutuştu, ciğerime ateş düştü…
Bir ayrılık vaktiydi; Seven,sevdiğine ihanet etti.Sanki bütün dünya üzerime geldi.Sinem üstünde göz göz yaralar açıldı .Yaşam sevincim, hayallerim tükendi.Kimselere güvencim kalmadı, kırıldı kolum kanadım…
Hüzün matemlerim kapandı ayaklarıma.Ay tutulmaları yaşadım, dilim tutuldu. Bahçede açan güllerim kangren oldu, göz kapaklarım kapandı, sisler sardı etrafımı.Artık hiçbir şeyin anlamı kalmamıştı.
Nefret ve kin birbiriyle kankardeş oldular, artık Seni Seviyorum kelimesi bir anlam ifade etmiyordu.
Keşke ölmüş olaydım, keşke kıyamet kopsaydı, yerle gök bir olsaydı da göremeseydim bu günleri! …
Artık hayata iyice küsmüş ve içime kapanır olmuştum.Bir sabah, bahçedeki Zeytin ve nar ağaçlarını sulamak için giderken, peşimden gelen Hüseyin’ i görmedim.Arkamdan beni takip ederek birden iki elleriyle gözlerimi kapadı.” – Bil bakalım ben kimim?”
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN – HADRA – 3.BÖLÜM
Bütün kızgınlığımla dönüp O’ na bir tokat atacaktım ki kemerine sıkıştırdığı ve sırtına sakladığı bir demet kırmızı gülü, bana doğru uzattığı an, donup kalmıştım.Bir aslan pençesiyle atılıp, iki Kolunu boynuma dolayıp, dudağımdan öpmesiyle, kelimeler suskun, ruhumun elektrik telleri kopmuş, başka bir atmosfere kapılmıştım sanki.Petekten damla damla sızan ballar, mumları damlata damlata, birbirimizin avuçlarına konulmuş ateşler, dudağıma misafir olan tebessüm, gücümüzün son zehrini de harca*****, bitmişliğimi, umutsuzluğumu ve dayanılmaz sancılarımı alıp koynuma ve sahte sevinmişliğimi ifadede edercesine kırıldım aşklara….Abdülaziz’ e olan bütün nefretimle, Hüseyin’ le orada seviştim.
Artık Hüseyin’ in olmuştum ve evlenme isteğini kabul ettim.Anneme, Hüseyin’ le evleneceğimi söylediğim zaman, ailem çok sevinmişlerdi.Düğünümün, Kurban bayramında yapılmasını istedim.Düğünüme Afrin halkını da davet ettik.Düğün günü tüm Afrin halkı ve Hamamat halkı davul zurna eşliğinde sınırda buluşarak,güle oynaya tören yerine gelmişlerdi.Hüseyin’ in ailesi koyunlar çevirip, büyük bir ziyafet şöleni hazırlamışlardı.Gözlerim Abdülaziz’ in annesini ve kız kardeşlerini aradı durdu.Onlardan hiç gelen olmamıştı.Afrin’ den gelen çocukluk arkadaşım Hacer’ e sordum;
“- Ülfet Ana ve kızları neden gelmedi Hacer?”
“ –Kız Onlar nasıl gelsin, sana çok kızıyorlar.Abdülaziz geyik avında, kaza kurşunuyla arkadaşını vurdu.Şu an Halep’ de hapis yatıyor.Senin evleneceğini duymuş, hapisten kaçmaya kalkmış yakalanmış ve hücreye atmışlar.Ülfet halam Anana bunların hepsini anlattı.Anan olacak O karı, sana bunları anlatmadı mı yoksa? “
Bunları duyunca gözlerimden iki damla yaş süzüldü ve kendi kendime;
“- Aman Allahım…Yeryüzünde cennetin yok mu senin?Mutluluk, kapılarını bana hiç açmayacak mı?”
Başımı kuşkuyla gökyüzüne kaldırdım.Az önce masmavi olan gökyüzü, Siyaha dönmüştü.Abdülaziz’ in hediye ettiği aynaya yüzümü çevirdim” -Siyahların Kadını Hadra!…” diye seslendim.Rimellerim, beyaz gelinliğime akmıştı.Ağladığımı gören kadınlar;
“- Gelin bu; hem ağlarım….hem giderim der!… “ diye selendiler.
Geceleri eşimle her sevişmelerimizde sanki Abdülaziz’ le sevişiyordum.Ben artık yalancı bir dünyanın, dertleriyle, ıstıraplarıyla iç içeydim.Sevdanın dikenli yollarında, fenersiz, kılavuzsuz büyük bir gayretle yürüyordum.
Günler ayları kovaladı, kusmalar başlayınca hamile olduğumu öğrendim.Eşim hamile olduğuma çok sevinmiş ve bana gözünün nuru gibi bakıyordu.Bir dediğimi iki etmiyor ne istersem alıyordu.Birlikte Antakya’ daki kapalı çarşıya alışverişe gittik.Doğacak çocuğumuz için alışverişler yaptık.Artık geçmişi unutmaya kararlıydım.Bundan böyle tüm sevgimi eşime ve doğacak çocuğuma verecek , mutlu olacaktım.
Bir çocuğumuz oldu, adını Sara koyduk.Sara, dünya güzeli bir kızdı.Hüseyin, adeta beni unutmuş kızına tapıyordu.Artık sıcak odamızın penceresinden, gökten ahenkle düşen yağmur tanelerinin mutlu sesini dinliyorduk…Solmuş şiir defterimde, yarım kalmış güzel mısralardı mutluluk…En olmadık zamanlarda, eşimden aldığım, ufak bir hediyeydi mutluluk…Belki de Mutluluk, kendi belleğimdeydi.Bütün kötü şartlara rağmen , beynimin dehlizinden tutup, çıkarmalıydım mutluluğu…
Sara beş yaşına girmişti.Doğum günü için babası Antakya Kapalıçarşı’ ya hediye almak için gitmişti.Dönüşte geçirdiği trafik kazası sonucu Antakya’ ya hastaneye kaldırılmıştı.Olayı duyunca, bütün aile perişan bir halde hastaneye koşturduk.Acil ameliyata almışlardı.Ameliyattan çıkan doktor, hayati tehlikesinin olmadığını sadece sol kalça kemiğinin zarar gördüğünü söyledi.Tanrıya şükrettim.Bütün dualarım kabul olmuştu.Ölürse yaşayamazdım. Çok seviyordum.Narkozun etkisi geçince, gözlerini açan Hüseyin bütün ailesini baş ucunda görünce gülümseyerek baktı, kollarını açarak yaşamanın verdiği sevinçle kızına ve bana sarıldı.İki kızdan sonra bir erkek evladı olan kayınpederim ve kayınvalidem Allah’ a şükür için Hacca gittiler.Allah evlatlarını onlara ve bize bağışlamıştı.Geçirdiği iki ameliyattan sonra Hüseyin ayağa kalktı ve artık yürümeye başlamıştı.Bir yıla yakın hastalığından dolayı birlikte olamadık.Gündüzleri Pamuk tarlalarında ırgatların topladıkları pamuk balyelerini traktörlere yükletip, çırçır fabrikalarına gönderiyor ve çok iyi para kazanıyordu.Akşamları yorgun argın eve geliyor, kızıyla oynayıp beraber gülüp eğleniyorduk.Beraber yatmıyorduk artık.Kazadan dolayı hep ayrı yatakta yatıyorduk.
ARKASI YARIN
YAZAN:Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN – HADRA – 4.BÖLÜM
Bir gece yarısı arzularım kanatlanmıştı.Eşimin yatağına sokularak sevişmeye başladım. Amacım eski aşk dolu günlerimizi yeniden yaşamak ve O’ na sevdiğimi hissettirmekti.Hüseyin, benim okşamalarıma karşılık, ruhsuz ve hissiz bir şekilde sırt üstü öylece yatıyordu. Ellerimi bacaklarının arasına attım okşadım… okşadım… uyanmıyordu, göğüslerimin uçlarını dudak aralarına gezdirdim saatlerce seviştik.Sevişmenin her pozizyonunu denedik birleşme olmuyordu.Hüseyin gözyaşları içinde durumu bana anlattı;
“- Hara!…Canım sevgili karıcığım, seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun. Sensiz yaşayamam.Ben artık bundan böyle canlı cenazeyim.Kazadan sonra, kalçamdaki bazı damarların zedelendiği ve erkeklik organımda sertleşme olayının bittiğini, ikinci ameliyattan sonra doktorlar söylediler.Utandım ve durumumu sana anlatamadım affet!…”
Duyduğum olay karşısında şok olmuştum, parmaklarımı Hüseyin’ in saçlarında gezdirdim.O’ na ikinci bir acı yaşatmamak için, bir şey olmamışçasına sevişmeye başladım.
Kasıntılı apartman pencereleri gözlerine, bakamadım bu kentin.Aşkın vurgusunu teninde hissettiğim sevgilim.Senden başka çıkış yolum yok…Baharları dirilten uçuk zaman göğüslerim, yaşadığını kanıtlamamın bir anlamı yok…Filizlenen dallarıma konuyor terleyen serçeler, hasret rüzgarlarınada yollarımı yitirmişim.Acılarımda boğulup korkularımla çıplak gezinmişim. Saçlarında güneşi topladım, dudağının barajında boğuldu benliğim. Eskiden siyah rengi severdim.Hüzün için siyah, koyu matem siyah…Artık giyeceklerim hep beyaz olmalı, bundan böyle aşkın rengi beyazdır sevgilim….
Kızımla çarşıya alış veriş için çıkmıştık.Suriye plakalı son model siyah bir jeep yanımızda durdu.Arabanın camını açıp, bana doğru kızgın kızgın bakan Ülfet Ana’ dan başkası değildi.Arabayı da Abdülaziz’ in kardeşi Mahmut kullanıyor ve babası da önde oturuyordu.
Ülfet Ana camdan bana seslendi;
“ – Hadra!…Nasılsın kızım mutlu musun?”
“- Ülfet Ana hoş geldiniz.Sizi gördüğüme çok sevindim.Hayırdır Hamamat’ a neden geldiniz?”
“- Oğlum Mahmut’ a kız istemeye.Mahmut’ la senin görümcen Ayşe birbirlerini sevmişler, babasından kızı isteyeceğiz.Akşama döneceğiz hadi binin sizi de götürelim!…”
“- Siz gidin Ülfet ana biz Hüseyin’ le birazdan geliriz…”
Eve gidince Hüseyin’ e telefonla haber verdim.
“- Hüseyin, Kız kardeşini istemeye Suriye’ den dünür geldiler.Çabuk gel sizinkilere gidiyoruz!…”
“- Tamam Canımın içi birazdan geliyorum.”
Şık kıyafetlerimiz giyerek arabamızla kayınpederlerin evine gittik.Gelen misafirlerle tek tek tokalaştıktan ve eşimi tanıştırdıktan sonra, ben hemen mutfakta kahveleri hazırlamakta olan Ayşe’ nin yanına sokularak sordum;
“- Ayşe, dünürcüler gelmiş Suriye’ den…Nasıl buldun, nereden tanıştınız evlenecek misin?”
“- Ben mahmut’ u seviyorum Hadra ablacım.Ben geçen yıl bayramda Suriye’ ye gittiğimde tesadüfen Halep’ te kapalı çarşıda tanıştık.Çantamı kapkaççıların elinden kurtardı.Sonra oturup yemek yedik.Bir yıldır da mektuplaşıyoruz ve birbirimizi çok seviyoruz”
“- Ülfet ana çocukluğumda bizim komşuydu, Mahmut’ un bir ağabeyi daha olacak sanırım dur adı neydi?”
“- Abdülaziz ağabey…Hapisteydi daha yeni çıktı.Kazayla öldürdüğü arkadaşının ailesine büyük miktarda kan parası ödediler, hapisten yeni çıktı.Tam sekiz yıl hapis yatmış!…”
“- Peki evlendi mi?”
“- Anasının göstermediği kız kalmadı evlenmiyor…”
“- Peki sen Suriye’ ye gelin mi gideceksin?”
“- Hayır Mahmut burada iş yerleri açacak buraya yerleşecek.Türk vatandaşı olmak istiyor…”
Öğrenmek istediklerimi öğrenmiştim.
“- Demek Abdülaziz hala beni seviyor ve unutmamış”, diye içimden söylendim.
“ – Bunların durumları da iyi değildi böyle lüks arabayı nasıl almışlar ki?”
“ – Arazilerinde büyük bir petrol damarı bulundu, Çok zenginlediler .Halep’ de ve lazkiye’ de petrol istasyonları var.”
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
ARKASI YARIN – HADRA – 5.BÖLÜM
Kayınpederim, Ayşe ile Mahmut’ un evlenmelerine izin vermişti.Ramazan bayramında nişan için bizimkiler Suriye’ ye gittiler, ben Sara’ nın hastalığını bahane ederek gitmek istemedim.Kurban bayramında düğün Türkiye’ de yapılacaktı.
Akan kanlar, kırılan kalpler, dağılan hayatlar….Gözlerimden düşen damlalar, söndüremez içimde yanan izmaritleri.Önüne geçilmeyen karanlık bir tünel içindeyim.Hayatımın labirent sokaklarında, bir çıkış kapısı arıyorum… Seslerini duyabiliyorum içimdeki oynak duygularımın…Şu köşede, ilk yaz akşamında kalan çocukluğum durmalı…Bu köşede, damdan düşmeliyim boylu boyunca…Kara dutlarıyla kirlenmeliyim şu ağaca çıkıp, bulutsuz gecelerden bir yıldız çalmalıyım…Kendimi aramaya çıkmalıyım dar sokaklarımda…İçimdeki çocuğu, kurtarmalıyım bataklıktan.Ben çocukluk tutkularımın günahıyım…Çıkıp bir köşeden “- sobe!…”, de bana…Hep kendimi aradım , bana hediye verdiğin gümüş çerçeveli aynada.Oysa çözüm bendeymiş…Yaşadığım ilkbahar, acılar ve mutluluklar göz kırpıncaya kadar… Sen sonsuz huzur gibisin…Bırak artık kalbim saklanmayı, seni nerde olursan ol bulacaklar… Afrin nehrinde çağlıyor duygularım. Hayır olmaz, bana ne giydirmeye çalışıyor sunuz?Çıkarın üzerimdeki şu siyah elbiseyi!…Ben beyaz severim, bilmiyor musunuz?..
Mahmut’ un Türk vatandaşlık isteği kabul oldu ve Hatay’ ın Reyhanlı ilçesinden güzel bir villa satın aldı.Hamamat’ tan da üçyüz dönüm pamuk arazisi satın alarak, eşim Hüseyin’ le birlikte ortak pamuk tüccarlığı yapmaya başladılar. Bayram günü yaklaştıkça, sanki gelin olacak kız benmişim gibi kalbim küt küt atmaya başladı.”- Acaba Abdülaziz kardeşinin düğününe katılacak mı?Gelirse ben ne yaparım, O’ nun yüzüne nasıl bakacağım?” , diye kendi kendime sorular sormaya başladım.
Ayşe’ nin çeyizlerini, Reyhanlı’ da aldıkları eve güzelce yerleştirdik.Daha sonra düğünün yapılacağı Hamamat’ a geri döndük.Hüseyin ve Mahmut Cilvegözü sınır giriş kapısına , düğüne gelecek misafir ve akrabaları karşılamak için gittiler.
En güzel elbiselerimizi giyinerek, gelecek misafirleri beklemeye başladık.Davul ve zurna sesleriyle süslü arabalarla gelen konuklar şölen alanına doğru yaklaşırken, pencereden gözlerim Abdülaziz’ i arıyor ve kalbim yerinden çıkacakmış gibi küt küt atıyordu.
Nihayet O’ nu yıllar sonra görmüştüm.Saçlarının yanları hafiften ağarmış, tüm çekiciliği ve ihtişamı ile göz dolduruyordu.Hüseyin, Mahmut ve Abdülaziz birlikte güle oynaya eve girdiler. Eşim seslendi;
“- Hadra, koş gel misafirlerimiz geldi.Elimdeki şu paketleri de al!…”
Abdülaziz eğilmiş deri çizmelerini çıkarıyordu kafasını kaldırıp beni görünce birden irkildi;
“- Hoş gelmişsiniz!…’, diyerek elimi uzattım.
Eşim seslendi;
“- Tanıştırayım bu eşim Hadra, bu arkadaş da Mahmut’ un ağabeyi Abdülaziz!…”
“- Tanıştığımıza memnun oldum”, dedim.
Suratı asık bir ifade ile
“- Ben de tanıştığımıza memnun oldum”, diye söylendi.
Bu sırada kızım Sara koşarak babasına sarıldı.Kızımın olduğunu da görünce Abdülaziz çok duygulandı.Öylece şaşkın şaşkın bakakaldı….Bir kahve içimi içeride oturduktan sonra, şölen alanına geçildi.
Düğün alanına gelen kalabalık, çalan müzikle halay çekmeye başladılar.Eşim beni de kaldırdı.Biz kalabalıkla halay çekerken eşim elimi bıraktı ve koşturarak Abdülaziz’ in yanına giderek zorla O’ nu da halayın içine çekti.Abdülaziz’ in bir elinin parmağı eşimde, diğer elinin parmağı benim parmaklarıma kenetlenmişti.Parmağını bırakarak ellerimi avuçladı. Vücudum heyecendan tir tir titriyordu.
Halay bitti ve takı merasimine geçildi.Gelin ve damada takılan takılardan sonra, damadın ağabeyi, gelinin ağabeyi ve eşleri oyuna kalkacaklar diye gelen anons üzerine, Abdülaziz, ben ve eşim, şölen alanında oynamaya başladık.Gözlerimi kaçırıyordum aşkın gözlerinden.”- Allahım kimse anlamasın sevdiğimi” diye yalvarıyordum içimden.Biraz oynadıktan sonra, onları meydanda bırakıp kimseye sezdirmeden, evin arkasındaki ağaçlık alana kaçtım.Peşimden gelen Abdülaziz beni arayıp bulmuştu.
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
ARKASI YARIN – HADRA – 6.BÖLÜM
“- Neden Hadra…Neden?..Hani birbirimizi ölünceye kadar sevecek ve bekleyecektik?”
O’ na başımdan geçen bütün olayları anlattım.Eşimi bir anne , bir kardeş, bir abla gibi sevdiğimi fakat kendisine olan aşkımdan asla vazgeçmediğimi söylediğim zaman dünyalar kendisinin oldu.Dudağı uzandı Dudağıma…
Hasretin duman duman yükselirken göklerde, balıklar buram buram ter dökerken denizlerde, siyah bakışlarınla, sen ey siyah yabancı, Uzaklardan çağrı oldun bedenime…Gecelerce yutkunduğum sevgilim, bacak aramda soldurdum tomurcukları, ben tutkularımın esiriyim, bekleyemedim yabancı çağrışımları…Gözlerim seğiriyor, sevdalı yüreğimde nice ahlar var…Senin dudağında bahar, bende eyvahlar günakkar…Getirsin seni bana, azgın ve hoyrat rüzgarlar…Kuytularımda demleniyor kelebekler, varsın yağsın üstüme üstüme sağnak yağmurlar ve açılsın dikenli gül tomurcaklar…
Orada onunla deliler gibi sevişmeye başladık, birden karşı ağaçların arkasından bir ses duyar gibi oldum.Abdülaziz sesin geldiği yerdeki ağaçlık alana gidip baktı.Kimsenin olmadığını söyledi.Tekrar sevişmeye devam ettik ve orada O’ nun oldum.Hemen üstümüzü toparlayıp, ayrı ayrı düğün alanına gittik.
Düğün bitince, alkışlarla gelinle damadı Reyhanlı’ daki evlerine yolcu ettik.Abdülaziz sınırdan bir gece iki gündüz izinle gelmişti, ertesi gün gidecekti.Eşim, Abdülaziz’ e dönerek;
“- Bu gece bizim misafirimizsin, seni başka yere göndermem!…” dedi.
Abdülaziz’ e bakamadım ve korkuyla yüzümü yere çevirdim.Düğün bitince, Kızım Sara’ yı çok seven dedesi alıp kendi evlerine götürdü.
Birlikte eve girdiğimizde, eşim salona yer yatağı hazırlamamı ve temiz çarşaflar sermemi istedi.
Çeyiz sandığımı, evlendiğimden beridir hiç açmamıştım.İlk defa o gün Abdülaziz’ le evlenmek için hazırladığım ve hiç kullanmadığım işlemeli yatak çarşafını serdim.
İğdelerin vakti zamanı geldiği zaman, naftalin kokuları dolduruyordu çeyiz sandığımı.Başı öne eğik kumru kuşları süzülüyordu yastıklarımdan.Parmak uçlarıma batırmıştım kaç kez iğne oyalarımı, kaç kez kan sızıyordu yanağımdan.Gözlerim, başı bulutlu dağlara yaslanmış, iğde kokuları yayılıyordu kaneviçelerimden…Arzularımın dantel perdelerini aralıyorum, karanlık gökyüzüne en parlak yıldızları sıralıyorum şimdi.Nakışlar işleyip satıyorum, sevdanın el değmedik tezgahlarında…
Eşim çoktan uyumuştu, beni uyku tutmuyordu.Yatağımda bir sağa, bir sola dönüp duruyordum.Sessizce yatağımdan kalkarak salona doğru yöneldim.Kapıyı hafif araladım Abdülaziz’ in de uyumadığını arzu ile beni beklediğini görünce soyunarak yanına uzandım.
Varsın kırılsındı iğde dalları, seninle güzeldi nefes almak.Geçmiş günlerim yürüyordu ağır-aksak.Yaşamak mı ölmek miydi, yeniden aşkla beraber olmak…Gece Yolculuğumuz hiç bitmeyecek gibiydi.Saatleri yıllara süzüyordu kum saati, bizi güvercin kanatlı günlerimize götürecek sanıyordum.Oysa …şimdi yorgun düşeceğimizi kimseler fısıldamamıştı kulağımıza.Taç yapraklarım sarıldı çiçeğime, ümitlerin bohçasını aldım sırtıma.
İğdelerin vakti geldiği zaman, ölüm buydu…Belki bir direniş, belki bir yolculuk, belki de bir kavuşmaktı bu…Gözlerim yıldızlara takılıp kaldı, şimdi ne kadar mesud olduğumu hissediyordum.Sisli ufuklar gözlerimin önünden uçup gidiyordu…
Tekrar sessizce yatak odamın yolunu tuttum.Eşime baktım uyuyordu ve yanına uzandım.Yüzünü bana dönerek;
“- Biliyorum!…”, dedi.Hüseyin’ in gözlerinde yaşlar vardı ve çok ağlamıştı.
“- Neyi biliyorsun?”, dedim.
“- Sizi arka bahçede sevişirken gördüm!…”
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
ARKASI YARIN – HADRA – 7.BÖLÜM
Susuyorum derin derin.Oysa nasıl da konuşmak istiyorum….Gözlerim Hüseyin’ in gözlerine takıldı kaldı.Gölgeler uzamaya başladı duvarlarımda ve bakışları ihanetini “ –Anlıyorum!..” der gibiydi…Hafif bir gece esintisi, çayırlarımı dalgalandırarak yüzümü okşadı… Gökyüzünün sonsuz karanlığında mazimi ararken; seyircilerini hayal kırıklığına uğratan usta bir oyuncunun sahnede yapayalnız kalışını hissettim.Uzun uzun düşünüp hatıralara dalmak istiyordum.Yüreğim, antika bir vazo gibi kırılıp dökülmüştü.Ne zor şey kafatasımın kemik parçalarını bulup, yerine oturtmaya çalışmak…Beynimdeki zincirleme sorulardan bunaldım, yüzümü pencereye dayayıp, karanlığa zehrimi kustum.Bir anda Hüseyin’ in göz ucuyla beni izlediğini ve ”- Ne düşünüyorsun?” der gibisinden yüzüme tuhaf tuhaf baktığını hissettim…Göçmen kuşlar bile yollarını bulabilirken, ben sevdanın yollarında yolumu kaybetmiş gibiydim. Bütün gücümü topla***** seslendim;
“- Bu belki sana saçma gelecek, fakat sana anlatmak istiyorum!.. Adına aşk koyduğumuz parantez içindeki o boşluğa, ben iki sevdayı da sığdırdım.Beni sevdiğin ilk günden beri, senden hep kaçtım.Sonradan sevdim seni, ruhumun yanılgısıydın.Hayat bana acımasız yüzünü, seni sevdiğim an gösterdi. Şimdi olmam gereken yere gönder beni…Ya çek silahı vur beni!… namusunu temizle, ya da kalbinden çıkarıp at beni!.. Öyle soğudum, öyle donup kaldım ki bakışlarında , kesip atsan da kalbimi, en ufak bir acı hissetmem.Yıllardır biriktirdiğim siyah hüzün tanelerimi, ayaklarınla ez, avuçlayıp iç sularımı istiyorum…
Bir el istiyorum;saçlarımı okşasın…Bir göz istiyorum; “-Gitme kal!..” diye yalvarsın…Başımı omzuna yaslayıp, ağlamak istiyorum sevdiğim…Ne kadar da birbirimize muhtacız ve ne kadar da çaresiziz, birbirimizden öksüz… Abdülaziz’ e olan vuslatlarımın toplamıdır ömrüm ve sen varsan dönüyor bu dünya… O varsa manalı bu hayat,,, Senin yokluğunda her şey ölesiye muamma…”
Bütün geçmiş hayatımı Hüseyin’ e olduğu gibi anlattım.Şimdi içimdeki ıssızlıktan, hüzünden, yoğun acıdan farklı olarak bir eziklik hissetmeye başlamıştım. Güzel bir hayat, kızımız için kurduğum hayaller, okuyacağı okullar, mutlu bir gelecek avuçlarımda yok olmak üzereydi.Her şey Hüseyin’ in iki dudak arasındaydı…
“- Yarın kızımı da yanıma alıp gideceğim, artık senin yüzüne bakamam.Avukatıma boşanma dilekçesini veririm…Senden son bir isteğim var, Abdülaziz uyanınca haberin yokmuş gibi davran ne olur!…Senin olayları bildiğini öğrenirse ben kahrolurum yaşayamam…”
Hiç konuşmadan sırtımızı dönüp yatağa öylece uzandık.Hiç beklemediğim bir anda gülümsedi ve kollarını açarak dudağımdan öpünce, aramızdaki buzların eridiğini ve O’ nun ateşiyle yanıp kül olmak istediğimi hissettim.Bitmeyen bir akşamdı, sabahı zor ettik.
Sabah olunca kahvaltıya geçtik.Hüseyin’in gözlerindeki Abdülaziz’ e olan kızgınlık, Abdülaziz’in gözlerinde kendini ele vermemeye çalışan faili belli suçluluk, bende ise bastırmaya çalıştığım pişmanlık, yüzlerimizden okunuyor gibiydi.Hüseyin’ in Abdülaziz’ e seslenmesiyle korkularım ve endişelerim uçup gitmişti…Hüseyin, olaylardan hiç haberi yokmuş gibi davranarak muhabbet etti .
“ – Gardaş nasıl, dün gece rahat uyuyabildin mi”
“- Yıllardır bu kadar güzel, bu kadar mesut bir uyku uyuduğumu hatırlamıyorum…
Beni sevdiği ve kaybetmek istemediği gözlerinden ve hareketlerinden belli oluyordu.Gözlerimi kaçırdım gözlerinden, ayrıldık orada bir elveda demeden…
Hüseyin,Abdülaziz’ i sınır karakoluna kadar yolcu etmek için arabaya binip beraberce gittiler.
İhanet dağlarından çığ olup düştüm üstüne, bu kendime son defa gelişimdi, suçüstü yakalandım, Karaları sürmeledim kirpiklerime… şüpheleri uyandı filizlerimin, tehditleri avuçladı kirli ellerim, aklıma düşsen yalnızlık oluyorum, aklımdan gitsen kan kusuyorum, ben kendimi kaybettikçe sana doğru yol alıyorum.Beyazına yenik düştü siyah yanlarım, biliyorsun ki ben SİYAHLARIN KADINIYIM.Az kullanılmış intiharlar denedim bakışlarında, ben kendi kaderimi kendim karalıyorum…Yaşamak için geç bir zaman , ölmek için daha çok erken….
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
ARKASI YARIN – HADRA – 8.BÖLÜM
Aradan üç ay kadar bir zaman geçti.Tekrar hamile olduğumu anladım.Bunu Hüseyin’ e anlatmalıydım.Eğer karnımdaki bebeği aldır derse, mutluluğumuzun sürmesi için aldırmaya kararlıydım.
“- Hamileyim!..”
Çocuğun kendinden olamayacağını biliyordu.Sessiz sessiz beni süzmeye başladı.Üzerimde çaresiz bir insanın bakışlarını seziyordum.
“- Biliyorsun çocuğumun babasının kim olduğunu.Eğer doğacak çocuğumu aşağılayacak ve Sara’ dan ayrı tutacaksan, aldırmak istiyorum…”
“- Hayır Hadra, çocuğu aldırmayacaksın.Benim çocuğum olacak ve beni baba bilecek.Abdülaziz’ e asla anlatmayacaksın !..Allahın verdiği canı Allah alır, ben senin yaptığın davranışın bir günah olduğunu düşünmüyorum.Sevmek günahsa, dünya günahkar…Senin de elbet yaşama isteğin ve arzuların olacaktır.Bu arzular ve istekler kızım Sara’ ya ve bana utanç vermesin, başımızı yere eğecek davranışlar olmasın ne olur!….Biliyorum senin ne kadar vefakar, sevgi dolu bir yüreğin olduğunu.Sana güveniyorum … ”
“- Canım benim; Seni seviyorum fakat Abdülaziz’e hala aşığım.Sende artık bunu biliyorsun.Bu kalp eğer benimse, senede iki gün dahi olsa aşkımı yaşamak istiyorum.”
“- Tamam canım, senden ve çocuklarımdan asla vazgeçmem.İyi gününde ve kötü gününde her zaman yanındayım.Benim iktidarsız olduğumu Abdülaziz biliyor mu?”
“- Hayır, senin gururunu incitmek istemem…Bunu bir ben bir de Allah biliyor!..”
Günler mutluluk içinde geçip gidiyordu nihayet doğum zamanı gelmişti.Bir oğlum oldu ve adını kayınpederimin ismi, Seyid koydum.Kayınpederim oğlan torunu oldu diye çok sevinmişti fakat ertesi gün Kayınpederimin ölüm haberiyle çok üzülmüştük.”-Dünya ne garip…Bir Seyid gitti, bir Seyid geldi…”, diye söylendim.Ablası Sara, kardeşini çok seviyordu ve adeta Ona tapıyordu.Oğlum üç aylık olmuştu. Hüseyin, oğlumdan uzak duruyor ve O’ nu sevmeye hiç yanaşmıyordu.Misafirler geldiği zaman seviyor görünüyordu.Bir gece oğlumun ağlama sesleri kesilmedi. Hüseyin alnına baktı ve oğlumun ateşler içinde yandığını, acil dlarak hastaneye götürmemiz gerektiğini söyledi.Arabaya bindik, kızımı ninesine bırakarak hızla Antakya’ ya hastanenin yolunu tuttuk.Doktorlar ağır bir enfeksiyon geçirdiğini, eğer bu geceyi atlatırsa yaşayacağını söylediler.Hüseyin vicdan azabıyla kıvranıyordu.Oğlumun yanından bir dakika ayrılmadı. Seyid’ in yaşaması için dualar ediyor ve eğer yaşarsa Seyid’ i çok seveceğini, namaz kılıp hacca gideceğini, duvara vurarak söyleyip duruyordu.Sabah olunca oğlum gözlerini açarak Hüseyin’ e gülücükler atmasıyla, Hüseyin çocuğu kucakladı doya doya öpmeye başladı.Bir hafta sonra hastaneden çıkardık ve çocuklara türlü oyuncaklar alarak evimizin yolunu tuttuk.
Ruhumun ince kavakları, nefesimin rüzgarıyla nazlı nazlı sallanıyor, arzularımın dalgası kıyılarımı yalayıp geçiyordu.Sevdanın karanlık girdabına doğru sürüklenen bedenimi, eşim Hüseyin’ in ateşli kollarına bırakırken, düşüncelerim düğümleniyor ve beynim allak bullak oluyordu.Bu akşam, suyu çekilmiş bir kuyu gibiydim.Sanki kuyumun içine kocaman bir taş atılmış, dakikalar sonra yere çarparak geniş yankılar uyandırıyordu.Sessiz çığlıklarım atlıyordu uçurumdan aşağı.Artık görmek istemiyordum, kederimden yüzü buruşmuş çarşafları…Gözlerim, yatak odamdaki duvarın çatlaklarında dolaşırken, ellerimle gece lambasının ışığını kapattım.Karanlık dünyama yol gösterecek bir yıldız aradı bakışlarım.Gördüğüm bir rüyayla uyandım…Rüyamda Abdülaziz bana güvercinle mektup yolluyordu.Bu gün günlerden Cuma günüydü…”- Hayırdır!…” dedim.Eşim işe gidince, gördüğüm rüyanın etkisiyle tel boyuna doğru yürüdüm.Eski günleri hayal ederken, bir güvercin gelip kondu omzuma.Sevinçle ayağındaki mektubu açıp okudum.Abdülaziz Karşı tarafta bana bakıp gülümsüyordu.Koşarak mayınlı alanı geçti ve bana sımsıkı sarıldı.
“- Hasretine dayanamıyorum Hadra…Ya sen gel, ya ben geleyim yanına?…”
Şaşırarak sordum;
“- Mayınlı alanı nasıl geçtin? Sana bir şey olacak diye, az daha ödüm kopuyordu!..”
“- Sabah erken saatlerde mayınlı alana iki katır saldım, mayınlara basan katırlar bana yol açtı.Geçeceğim yoldaki şu kocaman taşları kırmızı yağlı boya ile işaretledim!… ”
Eşim Hüseyin’ le olan lezbiyen sevişmelerimizin finalini, her bayram günlerinde ve Suriye sınırından kaçak Türkiye’ ye giren sevgilim Abdülaziz’ de tamamlamanın uygunsuzluğunu yaşadım yıllar yılı…
Abdülaziz Annesini ve babasını üst üste kaybedince, kendisini Suriye’ ye bağlayan unsurların da ortadan kalktığını söyleyerek, Halep ve Lazkiye’ deki işlerini fes etti ve Türk vatandaşı oldu.Antakya’ ya yerleşti. Yıllarca bana olan sevgisinden evlenmemişti.Ben de O’ nu hala seviyordum ve hala O’ na aşıktım.Defalarca eşimden ayrılıp kendisiyle evlenmemi istiyordu fakat ben Hüseyin’ i yalnız bırakamazdım.Ayrılırsam, Vicdan azabıyla yaşayamazdım.Abdülaziz bazen kardeşi Mahmut’ a ziyarete gelir ve misafir olarak kaldığı günler olurdu.Kızımı ve oğlumu kendi çocukları gibi çok sever, her gelişinde onları hediyelere boğardı.Oğlum Seyid’ le çok iyi anlaşıyorlardı.Seyid, Abdülaziz’ e “-Abdülamca” diye hitap ederdi.Birlikte ata biner, tenis ve basketbol maçı yaparlardı.Hüseyin bunların mutluluğunu görünce çok mutlu olur hiç kıskanmazdı.Kıskançlık ve nefretin uğursuzluğa , felakete yol açacağına inanıyordu hep.Bazen aralarına katılır birlikte iddiasına futbol maçı yaparlardı.Kızım Sara, İstanbul Hukuk fakültesinin son sınıfındaydı, hedefi savcı olmaktı.Seyid Lise son sınıfta okurken, Üniversiteye hazırlık için Antakya’ da dershaneye gitmek istediğini söyledi.Babası O’ nu dershaneye yazdırdı.Her Cuma günü öğleden sonra dolmuşla Antakya’ ya gidiyor, iki gün Abdülaziz’ in evinde kalıyor ve Pazar günü akşamı dolmuşla geri dönüyordu.Beş kişilik bir aile gibiydik.Abdülaziz, eşimin en sıkışık olduğu zamanlarda Hızır gibi imdadına yetişiyor ve büyük mal varlığını bizlerden esirgemiyordu.
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
ARKASI YARIN – HADRA –9.BÖLÜM
Bir hafta sonu Antakya’ ya alışveriş için gideceğimi söyledim.Hüseyin’ den arabanın anahtarlarını alarak yola çıktım.Abdülaziz’ le şehre her gidişimde buluşuyor, aşkımızı tazeliyorduk.
Bırakmıştık kendimizi zaman denen coşkun ırmağa, yastıklar terliyordu ateşimizin sıcaklığından, nağmelerde yaşatıyorduk şarkılarımızı, çorak topraklarımızdan yaban gülleri derliyorduk…
Evin anahtarlarından birisi de oğlumdaymış.Dershanesi erken tatile giren Seyid, bizi yatak odasında sevişirken yakalayınca deliye döndü…Utancımdan yedi kat yerin altına girdiğimi hissettim.Kanım çekilmişti damarlarımdan.Öfkelenen Seyid küfürler saçarak, salonun duvarında asılı duran tüfeği kaptı, Abdülaziz’ e ateş açarak kapıdan fırlayıp gitti…
O’ na “- Dur yapma! O adam senin baban” , diyemedim…
Hemen acile telefon açarak, ambulansla Abdülaziz’ i hastaneye götürdüm.Doktorların şikayeti üzerine gelen polisler, hakkımda soruşturma başlattılar.Abdülaziz’ e” -Bir şey söyleme!..” diye yalvardım. Suçu üzerime aldım .Abdülaziz sağ omzundan yaralanmıştı, hemen ameliyata aldılar.Gelen polisler beni tutuklayıp emniyete götürdüler.
Emniyette verdiğim ifademde;
“- Oğlum Said, Antakya’ da dershaneye gidiyordu.Hafta sonları aile dostumuz olan Abdülaziz’ in evinde kalıyordu.Ben de Antakya’ ya alışverişe gelmişken oğlumu görmek istedim ve Abdülaziz Bey’ in evine gittim.Oğlum yoktu, içkiliydi bana tecavüz etmeye kalktı, ben de vurdum, namusumu korudum!…” diye yazılı ifade verdim.İfadem alındıktan sonra Cezaevine gönderdiler.
Olayı telefonla öğrenen Hüseyin, Avukatla birlikte Cezaevine geldi.Emniyette söylediğim yalanları Hüseyin ve avukata da anlattım.Tabi ki Hüseyin hiçbir sözüme inanmadı.O’ na oğlumu sordum.
Seyid’ in evde odasına kapandığını hiç dışarı çıkmadığını söyledi.Demek ki oğlum gördüklerini ve yaşanan olayları kimseye anlatmamıştı… İçimden bir “-oh…” dedim.
Cezaevinde üç ay kaldım.Günler ay olmuş geçmek bilmiyordu…Aklım Abdülaziz’ de kalmıştı.Avukatıma sorduğumda, şikayetçi olmadığını, içkiliyken tecavüze kalkıştığını kabul eder bir dilekçe yazıp beni kurtarmaya çalıştığını anlattı.Fakat Kamu davası olduğundan dolayı mahkeme gününe kadar tutuklu kalmam gerektiğini söyledi.Kızım Sara olayı duyunca Yanıma ziyaretime geldi.Olanlara bir türlü inanamıyordu;
“- Ya anne, Abdülaziz amca bunları sana nasıl yapar, inanamıyorum…Demek yıllarca koynumuzda yılan beslemişiz…Nefret ediyorum bu adamdan, ilk gördüğüm yerde suratına tüküreceğim!…”
“- Sakın yapma kızım, içkiliydi ve kendinde değildi.Ben gereken dersi verdim!..Sen şimdi eve git!.. Babana ve kardeşine benim yokluğumu aratma güzel kızım.Sizleri çok seviyorum.Kaderimde bu günleri görmek de varmış…”
Bakışlarımı karanlığa çevirdim , sırtımı dayadım soğuk duvara.Demir penceremde bir ışık aradım …
”-Ne zaman gözlerim güneşin ilk ışıklarıyla kamaşacak, ne zaman yağmurlar altında yürüyeceğim ve içime huzursuzluk veren bu kara kutudan ne zaman kurtulacağım Tanrım? “
Bir gün, mektup geldi dediler.Zarfın üzerine baktım güvercin resimleri uçuşuyordu.Abdülaziz’ den geldiğini hemen anladım ve sevinçle açıp okudum;
Hadra…Epey oldu seninle görüşmeyeli.İki sevdalının en yi bakışma yeri olarak yolluyorum bu beyaz kağıt pencereyi…Seni öyle özledim ki…Yüreğimi uzatıyorum sana.Bu mektupla kucaklıyorum ve konuk oluyorum yattığın ranzana.Al bu gece mektubumu koynuna, hayallerinde resmimi iyi ağırla.Benim yerime bu mektup sıkıyor şimdi sıcak ellerini.Yazdığım kelimeler benim yüreğim, yapıştırdığım pulda dudak izlerim var.Harf kervanlarım düştü çöl yollarına, su serp yanan şu deli bağrıma…En yakın zamanda kavuşmak umuduyla…Seni çok Seviyorum…
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
ARKASI YARIN – HADRA –10.BÖLÜM
Mahkeme günü gelip çatmıştı.Adliye binasındaki duruşma salonuna girdiğimde eşim, kızım ve Seyid yan yana oturmuş duruşmayı bekliyorlardı. Seyid’ in nefret dolu bakışlarını üzerimde hissettim.Hakim’ in ve Savcının sorduğu sorulara, daha önce emniyette verdiğim ifadenin aynısını anlattım.Mahkeme salonunda benim anlattıklarım, memur tarafından tutanakla kaydedildi.Avukatım beni güzel bir şekilde savundu.
Sıra Abdülaziz’ e gelmişti;
“- Evet hakim bey, Hadra’ nın söyledikleri aynen doğrudur.Ben o gün çok içkiliydim ve ne yaptığımı bilmiyordum.Hadra’ nın eşinin kız kardeşi, benim erkek kardeşimle evlidir.Yakın akraba sayılırız.Oğlu Seyid Antakya’ da dershaneye gidiyor ve hafta sonları yanımda kalıyordu. Hadra Hanım olay günü, oğlunu ziyarete gelmişti.Evde oğlunu görmek için bekliyordu.Ben de içkili olduğumdan, tecavüz girişiminde bulundum ve ne yaptığımı inanın bilmiyorum.Asıl suçlu benim.O kendi namusunu korumak için tüfeği ateşledi…”
Seyid hakime bağırarak;
“- Bunların ikiside ahlaksız ve yalan söylüyor Hakim bey.Bu şerefsizleri uygunsuz vaziyette ben yakaladım.Artık bu kadına “- Anne!..” demek bile istemiyorum.Babamı aldatan ve aile şerefimizi iki paralık eden böyle namussuz bir kadına ben”- Anne” diyemem.Şu ahlaksız adamı yıllarca “-Amca” bildim.Hiç mi utanmadınız babamı aldatmaya ve hiç mi vicdanınız sızlamadı mı?
Şu karşımda duran yılanı ben vurdum.Bu kadın bu olayda suçsuz, fakat Allah katında ve bizlerin önünde suçludur.Beni tutuklayın, değilse elimden tekrar bir kaza çıkacak ve bu alçak adam tahtalı köyü boylayacak!..”
Olayları öğrenen mahkeme heyeti ve aile çevremiz, şaşkınlık içindeydi.
Ölmek istiyordum…Eğer ölürsem karalarınızı değil, bayramlıklarınızı giyinin…Gözyaşlarınız karışmasın toprağıma, rahat uyuyamam.Son bir defa gülüşlerinizi duyayım ne olur!..Ne mezar taşım olsun isterim, ne de gül fidanlarımı sulayın…Karalar bağlamış anlımdan boncuk boncuk terlerimi silmeyin!…Bir kız çocuğu yaşardı Afrin’ de bir zamanlar…Sevdalar ekerdi gönül tarlasına…Gizli gizli buluşurdu sevgilisiyle, düşleri yanıp gitti çakılan bir kibritle…Bir deli fırtına savurdu, hem seni… hem beni …yaşarken cehenneme!..
“- Hakim bey son kez bir şey söylemek istiyorum, yazılı verebilir miyim?..”
“- Tabi buyrun verin!…”
Hemen orada Yazdığım mektubu, hakim Bey’ e uzattım.Mektubu uzun uzun okudu ve bana dönerek sordu;
“- Bunları açıklamak zorundayım, mahkemeye sunulan yazıları ihbar kabul ederiz…”
Hakim, Abdülaziz’ e dönerek;
“- Seyid, senin oğlun!..”
Başım dönme dolap gibi dönüyordu, birden olduğum yere yığılıp kaldım.Gözlerimi açtığımda kızım ve Abdülaziz baş ucumda bekliyorlardı.Hüseyin, iktidarsızlığının duyulması ve erkeklik gururunun verdiği utançla orada perişan bir vaziyette, kaderine lanet okuyordu.Oğlum büyük bir şok içinde Cezaevine girmişti.Bunca yaşanan olayın suçlusu kim di?Sevda mı suçlu, yoksa kader mi?…Bir imzaydı bizi suçlu kılan.Kızım Sara tahsilinin verdiği olgunlukla karşıladı bizim sevdamızı.Babasına sarılarak ağlamaya başladı ve bana hitaben;
“- Boşanmalısınız Anneciğim!..Toplumumuzun örf ve adetlerinin verdiği yazısız kurallar var ve bunlara uymak mecburiyetindeyiz!..Abdülaziz Amca hala seni seviyor, belli ki sen de O’nu çok seviyorsun.Ben de babamı çok seviyorum.Seyid de Cezaevinden çıkınca kendi öz babasını çok sevecem eminim.Bundan böyle biz beş kişilik bir aileyiz kimse mutluluğumuza gölge düşüremeyecek!..”
Duruşma sonucu benim tahliye kararım yazıldı ve ben Abdülaziz’ in yanına yerleştim.Hamamat’ a gitmeye yüzüm varmadı. Hüseyin, le boşanmaya karar verdik ve tek celsede boşandık .Boşanmamızın ardından Abdülaziz’ le nikahlandık.Nikaha kızım da katıldı ve bize manevi desteğini esirgemedi.
Kırgınlık, karamsarlık, yılgınlık …Artık bütün hüzünlü duygular, kalbimin şöminesinde öyle cayır cayır yanıyordu ki dumanları beynimi uyuşturuyordu.Kendimi bir kelebek kadar özgür, beyaz martılar kadar hür ve mutlu hissediyordum.Oğlum Cezaevine her ziyarete gidişimde beni görmek istemiyordu.Duruşma günü oğlum, yaralama olayından az bir ceza aldı.Hüseyin ve kızım ziyarete gidişlerinde O’na olayları ve Abdülaziz’ le evlendiğimizi anlatmışlardı.Bundan sonra Yargı da yargıç ta Seyid’ ti….
Tahliye olacağı gün, Abdülaziz, Hüseyin, Kızım ve ben büyük bir heyecanla kapıda beklemeye başladık.Oğlumu çok özlemiştim ve çok seviyordum.Demir kapı açılıp elinde bavulla dışarı çıktığında, Abdülaziz ve benim suratımıza hiç bakmadı.”- Babacığım!..” diyerek Hüseyin’ e sarıldı ve daha sonra da ablasına sarılarak hasret giderdi.Üçü sırtını dönüp arabaya doğru gidiyorlardı ki ,birden geri dönüp kollarını açtı ve “- Anneciğim!..” diyen sesini işittim.Gözlerimden yaşlar sel olup akmaya başladı.Seyid Abdülaziz’ e bakarak;
“- Affet beni Abdülamca, seven AFFEDER!…Hepinizi çok seviyorum fakat babamdan asla vazgeçemem!..” Bu söz üzerine Hüseyin, oğluyla daha çok gururlandı…
– S O N –
Yazan: Sedat ERDOĞDU
Bu birbirinden degerli hikayelerinden “siyahlarin kadini” en cok ilgimi cekendi..Biz okurlara sundugunuz eserleriniz icin size tsk..ederim sevgili Sedat Erdogdu.
Umarim ilerleyen zamanlarda eski-yeni sarkilarinla “sarkisözü yazari sedat erdogdu” adinda (video/MP3) sayfasi olusur/olusturulur…
sevgilerimle daima
y..icik